Donnerstag, 24. September 2009

DFB Kupasinda dün aksam


DFB... Acilimi, Deutscher Fußball-Bund, Türkcesiyle Alman futbol federasyonu...

Bu kupa her zaman renkli karsilasmalara, süpriz sonuclara sahne olmustur... Dün gece de bu tarz sonuclara bir dizi yenileri eklendi. Bu takimin basinda cok fazla duramaz dedigim Labbadia ligte aldigi iyi sonuclarla beni mahcup cikartmaktaydi ama, gerek Uefa'da gerekse de DFB kupasinda aldigi sonuclar Hamburg'un taraftarlarini cok mutlu edecek durumda degil. Dün aksam 3. Lig takimlarindan Osnabrück karsisinda penaltilarla elenerek, mücadele ettikleri üc kupanin birinden disarda kaliverdiler erkenden...

Labbadia'ya ilgili söylediklerimin benzerini Heynckes icin de sarf etmistim. Aksi gibi o da beni mahcup cikartacak sonuclara imza atiyordu ligte... Ama kaderleri kupada ayni oldu. Leverkusen de 2. lig takimlarindan Kaiserslautern'e 2-1 maglup olarak kupaya veda etti.

Kupanin bir diger süpriz sonucuna, hatta tam bir sansasyona imza atmak üzereyken uzatmalarda yedigi golle kupaya veda eden 4. lig takimi Lübeck'e yazik oldu. Babbel ve takimi icin sampiyonluk adayim demistim ama onlar ne ligte, ne SL'de ve nihayet ne de DFB'de tatmin edici sonuclara ulasabiliyorlar. Sayet dünkü bu sansasyon gerceklesebilse, yani Stuttgart, ancak uzatmalarda devirebildigi 4. ligten rakibi Lübeck'e boyun egmis olsaydi, takimin hali nice olurdu, bilemiyorum...

Bir baska kriz takimi Berlin ise yine ikinci ligten bir rakibe, 1860 Münih'e elenerek, biraz olsun soluklanma sansini kacirdi yeniden. 1. Bundesliga'dan kupaya veda eden bir baska takim ise Freiburg. Onlar da yine bir 2. lig takimi olan Ausburg'a 1-0 kaybettiler, kupa mücadelesini...

Hoffenheim'a karsi 1-0 yenilerek kupadan elenen Nürnberg'i ise sansasyon listesine yazamiyoruz, cünkü onun elendigi rakibi de 1. Bundesliga'dandi ve hem de kendisinden daha güclüydü...

Ama ayni iyimserligi Wolfsburg icin koruyamayiz, zira, Wolfsburg'un, 1. Bundesliga'dan da olsa kendisinden bir hayli zayif olan rakibi Köln karsisinda turu kaybetmis olmasi kazanilan son iki karsilasmayla birlikte bir miktar közlenmesi beklenen Wolfsburg'un alevine yeniden bira dökmüs gibi oldu... Diger taraf icin ise birkac laf etmeden gecmek olmaz... Önce lig macinda Suttgart'i yenerek deplasmanda ligteki ilk galibiyetini aldilar. Arkasinda da sampiyonu 3-2 ile geerek kupada yollarina devam etme basarisi gösterdiler... Köln bu sonuclari muhafaza edebilirse Soldo icin hersey daha güzel olacak. Bu sezon basinda yaptiklari akil almaz transfer yanlislarinin da faturasini cok agir ödememis olurlar... Bu haftaki Rhein derbisini merakla bekliyorum...

Kupada birinci lig takimlari adina yasanan son süprsiz ise M'Gladbach'in Duisburg tarafindan kupa disina itilmesi oldu. Gerci bu tür elemelere süpriz demek cok dogru olmaz, zira M'Gladbach ile Duisburg arasinda, biri birinci lig digeri ikinci lig takimlari olmasina ragmen cok büyük bir kalite farki yok.

Dienstag, 22. September 2009

Varan 2: Marcel Koller


Bundesliga'da bu sezonun ikinci teknik adam degisikligini de Bochum yasadi. Daha önceki tahminlerimde ismini 'bu sezon kesin olarak takimin basindan ayrilacaklar' kategorisine yerlestirdigim Koller, sezon sonuna kadar kalamadi.

Bochum ile birlikte yasadigi iyi kötü basarilar, yani takimi 2. ligten alip 1. lige cikartabilmesi; 1. ligte tutabilmesi vs. onun Bundesliga'da teknik adamliga devam etmesini saglayacaktir. Büyük olasilikla 2. ligte teknik direktörüyle yollarini ayiran bir takim, Koller'in kapisini calar.

Sonntag, 20. September 2009

Fenerbahce- Istabul B.B.: 1-0; eski hamam eski tas


Daum Fenerbahce'nin basina geldiginde blogta benim bu isten herhangi bir heycan duymadigimi yazmistim. Neden olarak da, iyi denilebilecek bir teknik adam olmasina ragmen Daum'un hocalik anlayisinin zihnimde tasidigimla örtüsmedigini; dilinin bana yabanci oldugunu göstermistim. Burdaki dilden kasit elbette kendisinin yönetim tarzi...

Neticede geldiginden bu yana kendisinden beklenen tüm menfi eylemler birbir yerli yerince uygulanmakta...

Rotasyon kavramindan hic haberdar degil... Siz kadroyu ne kadar derin kurarsaniz kurun, Daum'un sakatlik olmadigi müddetce takimda oynatacagi isimler bellidir; 13-14 isimle tüm sezonu gecirir...

Modern teknik adamlik anlayisi baska bir anlayisi ifade etmektedir. Hocalarin degisiklik yapacagi zaman bellidir ve o an geldiginde hemen herkes, sonuc ne olursa olsun kimin, kimin yerine oyuna girecegini bilir. Böylelikle teknik direktörün zihninde halihazirda oynanmakta olan oyun icin plan hazirdir ve uygulanmaktadir; kendisi o degisiklikle uzun vadede varilacak olan hedefin yollarini yapmaktadir. Buna göre sözgelimi Alex yerini Fenerbahce, onun ayni sistemdeki ardili olacak bir baska isim, mesela Özer, dakikalar 60 veya 70 i gösterirken oyuna girerler...

Daum ise oyunu daha cok izlemeyi tercih eder, sayet sonuc istedigi gibi yürümekteyse... Eger skoru korunmasi gerekiyorsa savunma oyuncusu alir, gol atmasi gerekiyorsa, kenarda ne kadar adi golcü olan isim varsa oyuna sürer... O dakikadan itibaren de oyun sirazaden cikmis, takim ise sablondan ve sistemden azadedir artik..

Modern teknik adamligin bir baska ifadesi yapilan rotasyon uygulamamalarinda gizlidir. Ligimizde bunun en iyi örnegini Rijkaard ile görmekteyiz. Avrupa'da ise, Hitzfeld bu uygulamanin ilk temsilcilerindendir, Benitez de bir baska tasiyici ismidir... Su dönemlerde ise kalitesine laf söylenemeyecek pek cok teknik adam bunu uygulamaktadir. Buna göre Fenerbahce'de, hafta ici Guiza takimda oynamissa, Semih'in hafta sonu oynanan lig karsilasmasinda ilk onbirde sahaya cikmasi beklenir. Zira Semih, kalite ve fonksiyon olarak Guiza'nin cok gerisinde olan bir isim degildir. Onun kadar süre almayi hakederken, o oynadigi zamanlarda takimin zayifladigini kolay kolay kimse ima edemez.

Bütün bunlarin uygulanmadigi Fenerbahce'de, üzerinde hemen herkesin büyük umutlarini tasiyan Özer hic dakika alamaz, Topuz sadece Emre olmadigi anlarda kendisine yer bulabilirken; Cristian, Alex, Guiza gibi performans anlaminda vasatin üzerine cikamayan isimler hemen her karsilasmayi 90 dakika ile tamamlamaktadirlar...

Bu anlayis farkliliklarindan ötürü sahada varligini sürdüren takim benim icin her gecen hafta anlamsizlasmakta ve sempati sinirlarimin sinirlarini sürekli zorlamaktadir.

Gelelim macin kendisine... Hafta ici alinan hezimet sonrasinda pek cok Fenerbahceli, maglubiyeti bir Daum klasigi olarak yorumladi ve Daum'un ligte ayri, Avrupa'da ayri performans göstermeye devam ettigini söyledi...

Büyük türk kliselerinden biri olma yolunda hizla ilerleyen 'Daum'un Avrupa'da is yapamayacagi' önermesinin bir tezahürü olan bu yaklasimin sonucu olan elestirilerin dogrulara isaret etmedigi gün gibi asikardi; nitekim Istanbul Belediye karsisinda oynanan oyun da bunun ispati idi... Yani Twente karsisinda oynanan futbol ile kendi liginde oynadigi futbol Fenerbahce'nin, farklilik arz etmemekte... Manisaspor karsisinda, Bursaspor karsisinda ve nihayet bugün Istanbul Belediye karsisinda ne kadar oynayabilmisse takim Twente karsisinda da o kadar oynayabilmisti... Yani ortada bu futbolseverlerin iddia ettigi gibi iki ayri Daum performansi yok. Sonuca etki eden fark ise daha iyi bir futbol fundamentalinden yetisen bir takimin (Twente) is bitiriciligi ile kendi ligimizdeki takimlarin is bitiriciligi arasinda...

Yine kisir ve pozisyon bulmaktan aciz bir takim olarak cikti karsimiza Fenerbahce. Alex'in ve Guiza'nin etkisizligi, Cristian'in Maldonado'dan cok da farkli olmadigini her karsilasmada bir kez daha ispatlamasi, Santos'un formsuzlugunun devam etmesi macin bize gösterdigi önemli konu basliklariydi... Var olan güzellikler ise Carlos'un nihayet kulübeye gönderilmis olmasi ve Bilica'nin gittikce artan performansi... Özellikle de bir savunma oyuncusu olmasina ragmen takimin hücum gücüne Cristian'dan daha cok etki edebilmesi görmeye degerdi...

IBB macina dogru

Twente macinin arkasinda önemli bir karsilasma Fenerbahce icin. Ayni zamanda farkli bir motivasyonu var benim icin. Istanbul B.B.'nin hocasi Abdullah (C)Avci'dan zerre hoslanmam... Onun o kastinti ve ukala tavirlarindan nefret ederim. Sahsiyetiyle bütünlesen takimindan da ayni oranda gicik kapmaktayim...

O nedendendir ki gecen haftaki Trabzonspor'un galibiyeti beni ziyadesiyle keyiflendirmisti... Ligten düsmelerini mütemadiye talep ettigim bu takimin bir sekilde ligte tutunabiliyor olusu sinirleri hoplatmakta ama bu sayede belki de her sezon onlari farkli yenerek evlerine gönderme sansina sahip olabilmekteyiz; ki simdiye kadar basarilamamistir bu durum Fenerbahce tarafindan...

Neyse, dilegim o durki, en az 5 tane göndersin Fener bunlarin aglarina; bizler de Abdullah (C)Avci'nin suratini izleyelim oturdugumuz yerden keyifle...

Karsilasmada Özer ve Topuz'un ilk onbirde baslamasini dilerdim ama Daum'u taniyorsak bunun gerceklesmeyecegini de bilmemiz lazim... Herkesin artik kenarda olsun dedigi Guiza yine kadroda olacaktir... Daum'un takimi sahaya su sekilde sürmesini bekliyorum:

Volkan-Bekir (Ali), Lugano, Bilica, Carlos-Cristian,Topuz-Kazim, Alex,Vederson-Guiza.

Balon


Mario Gomez, futbolculugu yaninda karakteriyle de sevmedigim bir isim. Bayern'e 35 milyon euroluk maliyetle transfer olmasi sonrasinda kücük dilimi yutar gibi olmustum. Cünkü bana göre bu fiyatin dörte birini dahi degmez. Jansen ve Podolski transferleriyle birlikte Gomez transferi benim icin Hoeness'in bir efsane olmadiginin isaretidir.

Bayern forvetinde birikmislik görmezden gelinecek gibi degil. 4-4-2 icin kurulmus olan forvet hatti, 4-3-3 e gecildikten sonra cöplüge dönmüs durumda. 4-4-2 devam ediyor olsaydi, Gomez-Klose, Gomez-Olic, Toni-Klose, Olic-Toni seklinde bir ikiliyle sahaya cikilir diger iki isim de kenarda beklerdi. Kart cezasi, sakatliklar vs. derken cok büyük sorunlar cikmadan isler yürütülebilirdi...

Lakin sistem 4-3-3 e gectikten sonra forvetteki iki ismin Ribery ve Robben olmasi kesin. Geriye yukarda saydigim isimlerin hepsi icin bir yer kaliyor. Bu isimlerden hem Ribery'nin alternatifi olabilmesi hem merkezde oynayabilmesi, hem de form durumuyla su anda en sansli olani Olic.

35 milyon euroluk balon Gomez ise sezon basindan bu yana aldigi bir yigin sansi cöpe atarak futbolseverlerin büyük bir cogunlugunu evet ama beni sasirtmadi.

Gerek milli takim gerekse de Van Gaal da memnun degil artik bu gidisattan ki, son karsilasmalarda Gomez'i oyundan cikartiyorlar sürekli. Israil'deki SL macinda da ilkonbirde dahi baslayamamisti zaten. Bugün de yine Nürnberg karsisinda etkili olamadi ve cikmak durumunda kaldi. Kendisini cikartan Van Gaal'a yönelik yaptigi, "hoca beni cikartti ve sonunda oyunu kazandi, o zaman dogru yapmistir" demeciyle dorumdan hosnutsuzlugunu belli etti.

Gomez'in bu sezonun en büyük hayal kirikliklarindan birisi olacagina emindim, zaman beni hakli cikartiyor sanki.

Samstag, 19. September 2009

Medya is basinda


Twente macinda yasanan hezimet, pusuda bekleyen les kargalarini ve akbabalari harekete gecirmise benziyor. Mac sonrasinda okudugumuz medya yayinlarda cesitli basliklarla karsilasmaktan kurtulamadik. Elbette bu basliklar, Fenerbahce'nin transfere yatirdigi parayi, Fenerbahce'nin Galatasaray ile kiyasini ve illaki takim icindeki sorunlari ve Brezilyalilarin huzursuzluklarindan bahsediyordu.

Örnegin söyle basliklar gördüm:

"Daum, Rijkaard'in yardimcisi olur ancak"

"Fenerbahce'nin pisligini Galatasaray temizledi"

"Carlos Daum'dan rahatsiz, o yüzden formsuzluk yasiyor"

"Daum'un Carlos'u sürekli oyundan cikartmasi takim icindeki diger Brezilyalilari da rahatsiz etmis durumda"...

Insaf yahu, insaf...

Freitag, 18. September 2009

Twente macinin oyuncu bazinda degerlendirmesi


Volkan: Bu ülkenin sinirlari icerisindeki en iyi kaleci, yerli. Ama Rüstü kadar olmasa da zaman zaman cok kötü hatalar yapmakta. Dün aksam da bunlardan bir tanesini yine yapti. Twente'nin ilk golünü hatirlarsak ne demek istedigim daha iyi anlasilir saniyorum.

Lugano: Ben onun özellikle de genel Fenerbahce taraftarinin tanimladigi kadar önemli bir savunma oyuncusu olduguna inanmiyorum, ama Fenerbahce takimi icerisindeki performansi en iyi isimlerden birisi olmaya baslayacaktir. Dün aksam cok fazla siritan hatasi veya pozisyon alma sikintisi yoktu.

Bilica: Bazilari pek begenmemis ama ben dünkü karsilasmada Fenerbahce'de en cok savunmayi begenmistim. Bilica da cok kötü degildi. En azindan takimda görevini iyi yapan isimlerdendi- bence.

Carlos: Herkes savunmanin göbegine yüklenirken de anyisini söylüyordum, simdi de ayni kanaatteyim: Takimin en zayif halkasi bu isim. Dün de cok etkisiz, geriye dönüslerde zorluk yasayan, hücuma cikislarindan da ise yeteri kadar hevesli ve konsantre olmayan isimdi Carlos.

Gökhan: Gökhan icin iyi seyler yazanlari gördüm. Ama ben begenmedim. Ilk yarida Guiza'nin kafa yerine omzuyla vurmaya calistigi bir ortasinin disinda basarili hicbir hamlesi yoktu. Bazi anlarda ise pas verecegi yerde kaleye sut cekmesi veya fazladan bir calim daha denemeye kalkmasiyla benim gözümden kirik not aldi.

Cristian: Bu adamin, kadrodaki diger isimleri düsündükce bu takimin onbirinde isinin olmadigina inaniyorum. Ötesi yok. Daha fazla birsey yazmaya bile degmez onunla ilgili.

Emre: Fenerbahce'nin son zamanlardaki en formda ve en istikrarli ismi. Cok verimli olamadi ama, hem rakibine önde basmaya calisma hem de aldigi toplarla rakip kaleye gitme cesareti göstermesiyle yine de takimin en iyilerindendi...

Santos: Son günlerde formsuz Santos. Daha dogrusu geldigi günden bu yana istikrarli bir düsüs icerisinde. Dün de etkisizdi yine. Kayboldu gitti. Cizgiye inmeye, rakibi cepheden öldürücü sutlariyla sarsmaya hic calismadi. Ikinci yedigimiz golde ise yaptigi hata ile onu sol bekte oynatmaya niyetlenenlere de cevap niteligindeydi. Solbek oyanayabilecek bir isim o topu cezasahasi icine degil, kornere celerdi. Santos ise rakibinin ayagina birakti adeta topu. Ama yine de ben inaniyorum bu isme. Bir Cristian degil o. Kumasindan cok memnunum. Takimin performansi yükselirse o da iyilesecektir.

Kazim: Gayretli bir isimdi ama oyun disiplininden kopmasi meshurdur kendisinin. Her seye ragmen cabasi önemliydi. Digerini görünce.

Alex: Takimin en etkisizlerindendi. Hatta bu tip maclarda genelde kaybolur zaten Alex. Öldürücü bir ara pasini, etkili bir serbest vurusunu bekleyip dururuz sürekli. Gelirse, ne ala; gelmezse de silinip gidiyor macin icinden.

Guiza: Bu adam golcü degil. Harika bir ortaya kafa yerine omzuyla vurmasi bir kez daha kanitladi bunu. Özelligi caliskanligi ve savunma gerisine yaptigi kosulari. Bunlari yapamayinca da kaybolup gidiyor.

Topuz: Oynamak zorunda oldugu yer bence uygun degildi onun icin. Muhtesem bir serbest vurusla sonuca etki eden isimdi. Ne kadar yerinde bir hamle olur bilmiyorum ama, Cristian'in yerine onun oynamasini isterdim.

Beklenen hezimet; Fenerbahce- Twente: 1-2


Fenerbahce'nin Avrupa Ligi'ne maglubiyetle baslamasi bizleri cok üzdü tabii ki. Ama beklenmiyordu desek; yalan olur. En azindan kendi adima bunu söyleyebilirim. Hatta Sion ile yapilan rövans karsilasmasinin ardindan yazmistim bunu.

Fenerbahce bir Avrupa maci icin aslinda mantikli denilebilecek bir taktiksel anlayisla cikmisti sahaya. Yani tempoyu düsük tutmaya calisiyor, öncelikle geride acik vermemeye önem gösteriyor, firsat bulursa da ileriye cikmaya calisiyordu. Bu, döneminizde en cok itibar gören taktiksel anlayis, uluslararasi maclarda.

Lakin burda bir hususun altini cizmekte fayda var: Twente kim idi ki, Fenerbahce onun karsisinda da bu bahsettigim tedbirli anlayis ile oynamaliydi? Sahip oldugu potansiyel ile Fenerbahce'nin Twente'yi dümdüz etmesini, Avrupa Ligi'nin tepesini zorlamasini beklemeye sonuna kadar hakkimiz var. Ötesi berisi yok bunun. Kimler bu kupada son yillarda final oynadi; Bremen, Shaktar, Zenit, Rangers, CSKA vs. Bu ekiplerin hangisi Fenerbahce'den "sinif" anlaminda daha yukarda? Hicbiri.

Ama sahadaki oyuna baktigimizda; Fenerbahce'nin top cevirme ve sahaya yayilma konusunda rakibinin gerisinde kaldigini görüyoruz. Savunmada cok büyük hatalar yapmadi; belki de rakibinin capi buna müsait degildi, ama hücum anlaminda da tam manasiyla sefilleri oynadik. Maalesef.

Cözüm nedir diye soracak olursak; benim buna verecek cevabim yok. Bu haddime düsmemistir. Ben sorunlarin ne oldugunu söyleyebilirim sadece.

Ona göre bakarsak da Fenerbahce, Aziz Yildirim'in agzindan cikan öpen takim olma vaadini gercekleyemeyecegini göstermekte. Hakikaten de gecen sezonun verem eden takimini büyük oranda koruyarak yepyeni bir takim yaratmanin cok olasi olmadigi acikti. Üstüne de, Avrupa'ya nazaran daha temposuz ve futbolun daha az "isirgan" oynandigi bir ligten iki tane cok fazla da bilinmeyen ve nasil cikacaklari merak edilen iki isim transfer edilmisti. Neticede onlardan bir tanesi de kofun kofu cikinca Fenerbahce beklentilerin uzaginda kalmakta gecikmedi.

Kisa vadede büyük bir degisimi beklemiyorum. Gruplardan cikabilirsek cikariz, ama onun bir ötesine gecebilme olasigi yok bence takimin. Ligte de puan kaybi yasarsa Fenerbahce belki dizilis ve taktik anlayislarinda degisiklige gidebilir Hoca, ama hala en degerli oyuncusu Alex olan bir takimin hangi sistemi ve dizilisi denerse denesin olaganüstü bir degisim gecirmesi mümkün degil. Sonumuz cok parlak degil.

Donnerstag, 17. September 2009

Avrupa'nin Yilmaz Vural'i: Zico


Zico'nun CSKA'da basarili sonuclara imza atamadigini ve yakinda kovulmasinin olasi oldugunu daha evvel yazmistim iki postta. O beklenen son gecen hafta gerceklesmisti. Zaman asimina ugradigi ve zaten herkesin bu olaydan internet vasatisiyla haberdar oldugu icin kovulmasiyla ilgili bir post girmedim...

Lakin yatmadan evvel ögrendigim bir Zico haberi yeniden bilgisayarin basina gecirdi beni. Haberde de görülecegi gibi Zico, Yunanistan'in önemli kulüplerinden biri olan Olimpiyakos'un basina gecmis.

Haberin özetini verdikten sonra yoruma gecebiliriz: Benim anlayisim, teknik adamligim ciddi ve basli basina bir meslek oldugu yönündedir.

Aksini iddia eden mi var?
Biraz daha acayim: Örnegin futbolculugu basarilarla dolu olan bir ismin ayni zamanda cok iyi bir teknik direktör olacagi anlamina gelmez bu. Dedigim gibi teknik adamlik, futbolculuktan ayri, kendi basina baska bir meslektir. Bir teknik adam icin filanca köse yazarinin herhangi bir mac öncesi kösesinden kendisine yaptigi önerilerin, eski bir futbolcunun tv basindaki sözlerinin de bir manasi olmamalidir.

Ayni zamanda teknik adamlik ciddi bir istir. Örnegin bir takimi hazirlik kamplari baslamadan, transferler tamamlanmadan teslim almasi gerekir. Lig baslamadan evvel, yapilmasi gereken islerle ilgili planlarin ve programin tamanlanmis olmasi gerekir. Hocanin lig baslarken artik takimina ve cevresine alismis, önündeki sezonun bütününü kapsayacak hazirliklari tamamlamis olmasi gerekir. Eger bir teknik adam bunlari yapmissa benim gözümde itibarli, isine ve meslegine saygisi olan bir isimdir.

Bunun aksi olmaz mi; olur, pesi sira basari da gelebilir, ama onlar isin aslini degistirmez. Gerci aksi durumlarda anlik gelip gecici basarilarin ötesinde birsey gelmemektedir. Örnegin Aykut Kocaman hicbir zaman sezon ortasinda takim almayacagini söyleyerek ve bu prensibini hicbir sekilde bozmayarak bu isin ahlakina verdigi önemi acik bir sekilde göstermistir. Ama mesela Yilmaz Vural vs. gibi, "yahu sene basinda bir takimi alip da ne o isin hamalligiyla ugrasacagim, nasilsa birileri kovulur ben de gider orda calismaya baslar parami alirim" diyenler de yok degildir.

Bu durum karsisindaki aldiklari tavirlar, yukardaki iki örnekte ortaya koydugu gibi teknik direktörlerin karakterleriyle ilgili cok saglam ipuclarini da ortaya cikartir.

Simdi bütün bu anlattiklarimin Zico'nun yeni takimiyla ne iliskisi var diyeceksiniz; oraya gelelim.

Fenerbahce'de Zico'yu kutsallastirmakta sinir tanimayan sayilari azimsanmayacak miktarda taraftar toplulugu var. En son bir tanesi, Fenerbahce'nin Zico'nun ahini aldigini o yüzden gecen seneki basarisizligin geldigini vs söyleyerek sacmalamakla mesguldü. Tabii bu insanlar hic tanimadiklari Zico hakkinda, ne derece babacan, ne derece düzgün ve beyefendi, ne derece ahlakli bir insan seklinde sifatlarla konusmaktan geri kalmazlar hicbir vakit. Halbuki Zico'nun Fenerbahce'de kaldigi iki sezon icerisinde, kendisine atfedilen bu olaganüstü özellikleri simgeleyecek hicbir demecine, aciklamasina rastlanmamisti. Elbette cirkef bir isim degildi; ama cirkef olmamakla onunla ilgili severlerinin yaratmaya calistigi imge arasinda birhayli büyük bir fark olsagerek. Zico ayni zamanda büyük bir teknik adamdi onlar icin.

Büyük teknik adamlik nasil olur oysaki?

Büyük teknik adam deyince benim aklima Zico hicbir zaman gelmez, gelecek olan ilk isim ise Ottmar Hitzfeld'tir.

Büyük teknik adam, ayni zamanda saha icerisinde saglam sonuclara imza atar ve toplamadik kupa birakmazken, saha disinda da ilkeleri ve is ahlaki ile devlesmelidir. Zico'nun saha ici performansiyla vasat bir teknik adam oldugunu biz bilmekteydik de, görmek istemeyenler icin CSKA tecrübesi biraz etki etmistir umarim. Ve simdi de onun ayni zamanda isine zerre kadar saygi duymayan bir isim oldugunu tüm ciplakligiyla ortaya cikartan bir baska olayla karsi karsiyayiz. Daha gecen haftaya kadar CSKA'nin antreman sahasina inen, onlarin malzemesini kullanip, bambaska oyuncularla calisan Zico, yarindan itibaren yepyeni bir ülkede yepyeni bir takimda, bambaska oyuncularla calismaya baslayacak?

Zico Olimpiyakos'u ne kadar taniyor? Bu takim icin ne kadar hazirlik yapabildi. Bir teknik adamin bir ülkenin bir takiminda uyguladigi calisma yöntemlerinin, uygulamalarin aynisini baska bir ülkenin baska bir takiminda kullanmasi ne derece dogdurur?

Ve simdi sorarim, bir teknik adam iki hafta evvel kovuldugu takiminin üzerine bugün lige baslamis, hazirliklarini ve transferini tamamlamis baska bir takimi calistirmayi kabul ediyorsa, bu o insanin büyük teknik adamligi payesinin bir palavradan ibaret oldugunu, ve kendisinin isine saygisi olmayan tembel bir insan oldugunu göstermez mi?

Sonntag, 13. September 2009

Bursaspor-Fenerbahce: 0-1; ite kaka yola devam


Fenerbahce birkac haftadir tat vermiyor. Karsilasmalardan zorlanarak puan aliyor. Zorlanmak tek basina ele alindiginda takimin tat vermiyor olmasini karsilayacak bir ifade degil esasinda. Öyle ya rakipleriniz cok iyi hazirlanmis ve cok etkili oynayan ekiplerler olurlar ve siz de böyle takimlar karsisinda zorlanirsiniz; ama yine de sonuca gitmeyi basarirsiniz. Böyle bir durumda zorlanan takiminiz icin tat vermiyor ifadesini kullanmazsiniz, haksizliklik olur. Aksine disli rakipleriyle olan mücadelelerinden dahi kayipsiz ciktigi icin takiminizdan ümitli daha fazla ümitli olmaya baslarsiniz.

Fenerbahce'nin ise evinde oynadigi Sion macindan bu yana süregiden düsüs egrisinde karsilastigi hicbir rakibi aslinda kendisinin ölceginde takimlar degildi. Lig icin ümitli oldugumuz Bursaspor'un bugünkü halini gördükten sonra bunu söylemenin cok sakincasi yok saniyorum.

Bu giristen sonra karsilasmanin icinde olan bitene gececek olursak: Iki önceki postta söyledigim gibi kadro üzerinden teknik direktör elestiren blog yazarlari var. Iki hafta evvel Fenerbahce taraftari bazi blog yazar ve okurlarinin da eline kagit kalem alip, takimi yeni bastan kurguladigini; sistemin 4-1-2-1-2 halini almasini gerektigini salik verdiklerini gördük. Anlattiklari sistem Daum'un yillardir bu takimda oynattigi sistemin silinmesi ve o sistemdeki iki kanat oyuncusunun disarida birakilmasi; forvetin citflenmesi ve Alex'in de onlarin gerisinde oynamasi anlamina geliyordu. Onlara göre, ortasaha da Cristian, Topuz ve Emre'den olusmaliydi.

Tabii kagit üzerinde bunlari yazip ahkam kesmek kolay. Ben bu tür seylere en son Lorant takimin basindayken itibar etmekteydim. Elbirligi ile Lorant'i kovduktan sonra yerine gecen Oguz, takimin kadrosunu aynen disardan isteyenlerin isaret ettigi gibi kurmustu. Sonuc; biliyorsunuz hüsran. O gün bugündür bu kadro mühendislerinin önerilerine zerre itibar etmemekteyim. Hani tekil anlamda x isimin yerinde y ismi neden denenmiyor hic, cünkü x uzun zamandir cok etkisiz yaklasimlarini kast etmiyorum tabii ki, bunlara itirazim yok, ki biz de birazdan yapacagiz bunu. Komple yepyeni bir sistem ve dizilis önerilerini degersiz buluyorum.

Gecen hafta bütün bu tartismalarin yapildigi bloglarda Daum'un sisteme, kazandigi müddetce, dokunmayacagini yazmistim. Bugün bunun hakikaten de böyle oldugunu gördük. Sadece isimlerde degisiklikler vardi. Milli takim yorgunu oldugu icin kenarda oldugunu tahmin ettigim Santos'un yerine Vederson, cezali Emre'nin yerine de Topuz (sonunda) kadroda yer bulabilmislerdi.

Fenerbahce temposuz, iyi pas yapmakta zorlanan, kanatli iyi kullanmayan bir takim kimligi ile oynadi bütün mac boyunca. Guiza yerine daha iyi bir golcüsü olsa sonuc yine de erkenden tayin edilebilirdi, ama gerceklik 'olsa'larla yürümemekte...

Cristian'in yaptigi pas hatalarini saymaktan yorulmustum, Emre geldikten sonra Topuz'un Emre'nin partneri olarak Cristian'in yerine tercih edilmesi hali üzerinde denemelerin yapilabilecegini düsünmekteyim. Gökhan Gönül iyi degildi; ama mazereti var. Milli takimdan dönen oyuncular genelde böyle olmakta. Topuz ile birlikte en fazla Alex'i begendim sahada. Gol ve galibiyet de onun sayesinde geldi zaten. Her sene tonlar para yatirmasina ragmen transfere Fenerbahce'nin hala en degerli oyuncusunun Alex olmasi cok ilginc.

Bu karsilasmayla ilgili daha fazla söylenebilecek birsey de yok. Her seye ragmen bir deplasman macindan 3 puan ile dönmek Fenerbahce adina sevindiricidir kuskusuz.

Irzina gecilen bir eser: Hanimin Ciftligi


Kanal D'nin yeni dizisi Hanimin Ciftligi, ilgilenenlerin ve edebiyat severlerin bildigi gibi bir Orhan Kemal eserinden uyarlanma. Orhan Kemal'in olabildigince duru, berrak ve leziz edebili dili sayesinde belki hicbir tanesi bir bas yapit olmayan eserleri sayesinde, Cukuroava insaninin ve oralarin essiz dogasinin icerisinde güzel bir zihinsel gezinti yapabiliyor ve hos bir tat ile uzaklasiyorsunuz yine oralardan.

Bu eser daha evvel TRT'de de dizilestirilmisti. O yüzden evimde Kanal D olmamasina ragmen merak etmekteydim ben de sahsen bu diziyi. Internetten edindim ve izledim. Sonuc, tam bir hayal kirikligi ve öfkeydi. Zira bu güzelim eserin irzina gecilmisti adeta. Orhan Kemal'in diger eserlerinde de oldugu gibi bu eserlerinde de, yukarda da söyledigim gibi, özellikle köy hayatini veya hikayelerin gectigi cografyalari taniyanlarin farkina vardigi en önemli nokta, yalin gerceklilik. Yani olan bite olaylari heycanla takip ediyorsunuz ama hicbir tanesi sizi sasirtmiyor ve zihinizde egreti bir yerde durmuyor. Yani cikrik fabrikasinda isci olan iki genc oralarda ve o tarihlerde nasil haberlesir ve mesajlasirsa birbiriyle o sekilde mesajlasiyorlar kitaplarda da. Dizi de ise fabrika icinde bu nokta romana sadik kalininirken, yani kücük bir kiz cocugunun tasidigi pusulalarla bu iki sevgili haberlesirken nasil oluyorsa disarda sokak ortasinda kiz oglanin bisikletinin önüne binip gezebiliyor, ikide bir ortalik yerde öpüsebiliyorlar.

Güllü'nün babasi Kürt Cemsir kötü bir insan. Ama o kötülügünün yaninda kendisinin bir cocuk, bir masum tarafi oldugunu görüyorsunuz. Ayrica onun nasil öyle kötücül bir adama dönüsüsünün altini kitabinin girisinde güzel bir sekilde isliyor yazar. Berber Rasit'in onun üzerindeki etkiyi göstererek. Ama Kanal D'nin dizisinde bu Cemsir, kadraja ilk olarak hasta kocasiyla ev kirasini ödeyemeyen bir kadini evden atmak icin bögürüp duran bir canavar olarak giriyor. Evet tam bir canavar, gercek hayatta hicbir gercekligi olmayan tuhaf bir adama... Ayni zamanda kendisinin dört cocugu var ve yirmiye yakin cocugu. Cocuklarindan bazilarinin adini dahi bilmiyor ve ne yaptiklarindan haberdar degil. Dizi de ise o karilar yok olmus nedense?

Dizinin beni rahatsiz eden en büyük igrencligi ise, kitapta yigenine aldigi kiza dolanabilecek ve sonrasinda kendisine "avrat" yapabilecek kadar "irzina pis" Muzaffer Bey'in, dizide ahlakcilik yapilarak senaristlerin kicindan uydurdugu ölen bir eski ese benzeme klisesiyle Muzaffer'in Güllü'ye olan ilgisinin "mesru"lastirilmaya calisiliyor olmasi. Ve yine ayni sekilde kitabin bize anlattigi "kötü" toprak agasi Muzaffer, filmde iyi ve kaliteli bir is adamina evrilmise benziyor.

Mehmet Aslantug ve Özgü Namal ikilisinin de benim zihnimde yer etmis karakterleri resmetmek anlaminda cok yetersiz kaldigini söylemek isterim. Kitabi okuyan pekcoklari icin de aynisi gecerli saniyorum. Bütün bunlarin isiginda TRT'de yillar evel oynayan Hanimin Ciftligi'nin bunca sene sonra cekilmis yeni versiyonundan kat ve kat üstün oldugunu ve televizyonculugumuzun gecen yillarla korkunc derecede kötüye gittigini görüyoruz.

Galatasaray-Besiktas: 3-0; Rüstü 2. Ligte dahi kaleci olamaz


Galatasaray'in isildayan takiminin güclü bir takim karsisinda neler yapabilecegi merak ediliyordu. Besiktas karsilasmasinin da bu noktada degeri büyüktü. Ve maca bakinca, sonuca ragmen Galatasaray'in iyi bir futbol oynayamadagini görüyoruz. Buna milli takim arasinin yol actigini söyleyenler var; olasi elbette. Ama sadece bununla aciklamak da yersiz. Bloglarda yazilanlara bakiyorum. Herkes bir Mustafa Denizli elestirisi tutturmus gidiyor. Hicbirinin de yaratici bir yaklasimi yok bu noktada. Bildikleri tek sey; hemen herkesin malumu olan Mustafa Denizli'nin maceraciliklari...

Yaptiklari da sundan baska bir sey degil: Sahada zaten oynanmis ve bitmis oyuna bakiyorlar. Ellerinde apacik duran bu manzaradan aksayan yerleri ele aliyorlar ve o yerlere neden, mesela Holosko veya Fink, oynamamisti diyerek akillari sira analiz yapiyorlar. Cünkü zihinleri onlara, Serdar Özkan'in yerine Holosko oynadidiginda otomatikman o pozisyonlarin gol olacagini söylüyor. Halbuki, Holosko oynasaydi ne olurdu sorusunun cevabini bilmemiz mümkün dahi degil. Iyi olmasi ihtimali ise daha kötü olmasi ihtimali kadar ancak.

Daha kötü olmasi diyorum cünkü skordan bagimsiz olarak baktigimizda Besiktas'in oynadigi futbol cok kötü degildi. Ikinci golü yiyene kadar oyunun genel hakimiydiler. Tek sikintilati pozisyon bulmakta yasdiklari sikintiydi. Buna ragmen yeteri kadar net gol pozisyonu da buldular. Bunlari yapamiyorsa oyuncular artik aslinda takimin hocasinin yapabilecek cok fazla birseyi kalmiyor bu noktada... Mustafa Denizli'yi sevmememe, begenmememe ve ta gecen sezondan beri üc büyüklerin icinde bu sezon takimindan gönderilecek ilk hoca oldugunu söylememe ragmen bunlari düsünüyorum.

Galatsaray icin birsey yazmaya niyetim yok; ortalikta yiginla biri bin yapan; Fenerbahce maclarinda hata oldugunda 'bu ligte sonuclara maalesef futbol disida etkenlerde rol oynayacak böyle' diyen ama Galatasaray macinda yapilan hatalar icin 'büyütülmemesi lazim' diyen Galatasarayli blog var, ordan okuyabilir insanlar zaten herseyi...

Besiktas icin üzülmekteyim. Bu derece iyi bir grup yakalamisken SL'de, biraz daha iyi olabilmelerini yürekten temmenni ederdim. Lakin elde oyuncu kalitesi yeterli degil. Daha iyi bir kadro kurmalari beklenirdi. Hoca da bunun farkindaydi ama yönetim beceremedi, daha iyisini kurmayi. Üzücü.

Dienstag, 8. September 2009

Erman Toroglu'nun ahlaki


Estonya ile oynanan millî maci naklen yayinlayan kuruma Erman Toroglu ates püskürmüs:

"...Bakınız, 90 dakikalık maçta tam 62 kere (yanlış okumadınız) ekrana reklam girdi. Tabii ki yayıncı kuruluş reklam alacak, bu en tabii hakkı; ona bir şey demiyorum. Peki, nasıl alacak? Reklam ekrana girdi mi, ekranı küçültecek. Dün akşamki yayıncı kuruluş ne yaptı? Ekranın üzerine reklamı girdi, ben 62 defa maçın oynandığı topu ve alanı göremedim. İnanamazsınız, reklam seyretmekten maçı seyredemedim...."

Evet, Toroglu'nun derdi karsilasma oyanirken ekrara girip duran reklamlar... Ilk basta bakinca oldukca hakli ve pekcoklarinin da hislerine tercümanlik eden bir isyan. Lakin ortada dikkat cekilmesi gereken bir husus var; naklen yayin sirasinda reklam almak oldukca büyük bir problem. Cünkü, bunu yapan tek kurum ATV degil... Daha gecen sezon Besiktas ile Fenerbahce'nin oynadigi Türkiye Ligi kupasi final karsilasmasini yayinlayan Show Tv de farkli davranmamisti. Hadi onlar gectim; sifreli kanallar, Lig Tv ve D-Smart da digerleri kadar olmasa da mac icerisine reklam almiyorlar mi?

Ama Erman Toroglu'nun kalemi ATV icin calismis, bunun iki nedeni olabilir:

1. Ya Toroglu diger karsilasmalarin hepsini stadtan izledigi icin televizyon yayinlaridanki bu kalitesizlikten simdiye kadar haberdar degildi ve ilk defa evinde televizyondan izledigi bu karsilasmada bu gercekle yüzlesti; ki ben buna cok olasilik vermiyorum.

2. Ya da, calistigi Dogan ve Karamehmet Gruplarinin yayin organlari olan D-Smart, Lig Tv, Show Tv gibi kanallara elestiri yöneltemezken, rakip grubun bir kanali olan ATV'ye yüklenilebilmektedir...

O halde bizim de bu durum karsisinda Toroglu'nun ahlak anlayisini sorgulamaya hakkimiz olur.

Dienstag, 1. September 2009

Uslanmaz Ribery


Böyle oyuncu tipleri de var. Ülkesine, herhangi bir milli mac veya devra arasi, sezon sonu tatli vs. nedenlerle gitmeye görsünler.

Hemen kapisina dayanan spor medyasindan bir veya birkacina görev yaptiklari takim ve ülkeyle ilgili ileri geri konusmaya basliyorlar. Ribery de bunlardan bir tanesi. Kendisi ülkesinde L'Equipe'e Van Gaal ile ilgili ileri geri konusmus.

Ribery'nin elestirileri Van Gaal'in huysuzlugu, cok sert ve disiplinli oldugu noktasinda yogunlasiyor. Ilk defa bir teknik adamla arasinin iyi olmadigindan bahsetmis ayrica.

Ribery'nin bu söylediklerini duyunca aklima Van Gaal Türkiye'de görev yapiyor olsaydi, Aragones icin söylenen ne kadar klise huysuz ve asik suratli elestirisi varsa aynisi onun icin de gecerli olacakti diye düsündüm.