Samstag, 20. März 2010

Tribünden aşağıya adam atmanın cezası yok

Galatasaraylı olmayan hemen herkes Ankaragücü karşılaşmasında bir seyircinin tribünden aşağıya atıldığını söylüyor... Galatasaraylılar ise tuhaf bir şaşkınlık içinde 'ya defalarca görüntüleri izledim. Ortada bir insanın tribünden aşağıya atılması eylemiyok, adamın birisi kendisini atmış aşağıya benim gördüğüm kadarıyla' diyorlar... Galiba tahayyül yetenekleri çok gelişmiş olan bu arkadaşlar 'tribünden aşağıya atılan adam' imasından bir pet şişe veya taş gibi insan gücüne oranla hafif sayılabiliecek bir nesnenin havaya kaldırılıp fırlatılmasına benzer bir şey anlıyorlar... Bekledikleri manzara da bu bağlamda bir veya birkaç insanın başka bir insanı un çuvalı gibi kucaklayıp sahaya fırlatması, karşılarında böyle bir manzara olmayınca da insanı öfkelendirecek derecedeki şu yukarda bahsetmeye çalıştığım gibi mızmızlanmaya başlıyorlar...

Tabii şimdi devreye hemen refleks olarak 'rasyonel akıllar' sokulmalı. 'Efendim dışardan içeriye kesici veya patlayıcı bir alet sokulmamıştır o yüzden kulübün bu hususta bir sorumluluğu olamaz, bu münferit bir olaydır, ceza almaması normaldir' argümanını duymak için çok geç olmasa gerek... Hatta ben PC Lion vs. gibi her zaman aklı önplanda tutması ile övünen (ama nedense bu rasyonel akıl Galatasaray'ın Fenerbahçe'ye kaybettiği karşılaşmalarda yerini korkuç bir fanatikliğe bırakmakta), benzeri her olayda işi tereyağından kıl çeker gibi Galatasaray lehine bükmekte mahir kişilerden çoktan yukardaki gibi cümleler beklemekteydim; göremedim şaşırdım...

Cemal Nalga gibi yüzyılın skandalının dahi neredeyse hiçbir yaptırıma maruz kalınmadan kapatılması olayından sonra ligin kaderini etkileyecek önemli bir derbi öncesi aksi bir karar çıksaydı zaten süpriz olurdu benim için sevgili okur.

Tanjevic ve ölüm çağrışımı


Basketboldan nicedir uzaktım. O yüzden bu ülkenin uzak ara çok nefret edilen spor adamı hakkında benim şahsi fikirlerim oluşmadi hiç... Fkir oluşmadı ama yine de küfür eden onca adamın etkisinde kalarak ufak bir soğukluk duydum ona karşı. Herkesin istisnasız 'siktir olsun gitsin' dediği adam öğrendik ki, kansermiş ve yakın zamanda istifa edip gidecekmis... Enfes film Tabutta Rövaşata'nın olağanüstü güzellik ve zarafetteki oyuncusu Ayşen Aydemir de aynı hastalıktan kayetmişti hayatını... Onu hatırladım birden.
Neyse... Ölüm bir hakikat. Tüm canlılar gibi Tanyeviç de haberi aldıktan sonra hayatta kalmak adına sonsuz bir inatla çırpınacak ama sonuç değişmeyecek.
Ölümü bu kadar korkutucu kılan nedir? İnançlar mı? Öldükten sonra karşılaşacağı korkusunu yaşadığı 'öteki dünya'nın inanılan cezalandırıcı tarafı mı? Burdaki sevdiklerinden kopmak zorunda oluşu, onları bir daha asla göremeyecek olması mı? Yoksa bir bütün olarak 'varlık' duygusunu kaybederek 'yok' olacak olmanın verdiği dehşet duygusu mu?

Bilemiyorum; bu konular üzerine sürekli sorular uçuşur zihnimde her ölüm veya ölümü çağrıştıran hastalık haberi aldığımda.
Ya hayatta kalanlar? Onlar neden bir yakınları öldüklerinde keder içine çökerler? O sevdiklerini bir daha göremeyecek olmaları mı? Muhtemelen bunun etkisi çok büyük. Pekii sadece bu mu? Bence bunun kadar belki de bundan da öte karşılaştığı o ölüm olgusunun hakikat olduğu gerçeğiyle yeniden, bir kez daha yüzleşmesi ve ona kendi sonunu da hatırlatıyor olması... Evet çok büyük olasılıkla bu. Enke intihar ettiğinde onunla spor haberleri dışında neredeyse hiç temas halinde olmayan bloggerların samimi üzüntülerini hatırlıyorum. Tanjeviç'e durmadan sövenler hatta sırf o gitsin diye takımlarının mağlubiyetini dileyenler bakıyorum şimdi bloglarında onu hiç sevmezdik ama şimdi böyle olmasına onun adına üzüldük' yollu cümleler kuruyorlar...
Emin misiniz? Üzülmüşsünüzdür mutlaka ama, onun adına mı?