Belki okurlar hatırlar, Galatasarak karşılaşmasından önce yazdığım postta o derbinin 1-0 Fenerbahçe'nin olacağını ve o noktadan itibaren de takımın ciddi manada yarışın içerisinde olacağını söylüyordum... Beni bu aşamada sadece Beşiktaş karşılaşması ürkütmekteydi. Bursaspor'un ise o günden bugüne Gençlerbirliği ve Galatasaray karşısında puan kaybedeceğini az çok düşündüm. 'Beşiktaş karşılaşmasını da kayıpsız atlatırsak ben müsadenizle burdan şampiyonluğumuzu ilan edeceğim' derken yine bu blogta dayandığım noktalar buralardı.
Şu anda hakikaten işler tam anlamıyla Fenerbahçe'nin istediği gibi ilerlemekte. Fenerbahçe'nin zor bir üç maçlık kapanış programı var ama şu son 7 haftada geride bıraktığı takımları düşünürsek bu üç maçtan da dik bir şekilde çıkacağını öngörmek çok zor olmaz tahmin ediyorum.
Beni esas bu yazının başına oturtan motivasyon ise bambaşka... Fenerbahçe'nin bu başarısı hala hakettiği oranda değer görmemekte, medyada ve futbol camiasında. Geçen haftaki Deniz Göcek'in berbat yönetimi haklı bir galibiyetin üzerine gölge düşürmeye yetmişti... Hatta şampiyonluk da gelse çoktan bu şampiyonluk kimilerince lekeli bir şampiyonluk. Bunun için sebep arıyorlardı, buldular o sayede. Bünyamin Gezer'in Galatasaray adına belki yorumlanırsa yorumlanabilecek eyyamcılığı ve Zapo'yu oyundan atışı bile Fenerbahçe'nin ve Aziz Yıldırım'ın oyunu olarak gösterilmeye çalışılmakta...
Fenerbahçe'nin bu noktada ise tek yardımcısı kendi camiasi olabilir ancak. Geçen haftaki Bilica rezaletini görmezden gelişim ve hiç yazmayışım da bu nedendi... Bu kimilerince ahlaki olarak görülmeyebilir. Benimse ahlak anlayışım bu noktada daha farklı. Olayı benzeştirmek çok doğru olur mu bilmiyorum ama yine de hatırlatmadan geçemeceğim:
Sevan Nişanyan bundan birkaç sene evvel eşinin başından aşağıya kavanozda biriktirdiği bokunu boca ettikten sonra feministlerden ve sosyalistlerden ciddi manada tepki almış hatta onun 'bir kurtarılmış kale olan' Agos'ta artık yazdırılmaması gerektiği söylenmişti... Agos Gazetesinin halen ve o zaman da genel yayın yönetmeni olan Mahçupyan ise Nişanyan'ı sadece kınamış ama onun asla gazeteden gönderilmeyeceğini söylemişti... Bunun üzerine sert tartışmalar yaşandı iki taraf arasında. Yani feminist-sosyalist camia ile Mahçupyan arasında. Çünkü Mahçupyan'a göre, esas hedefte olan Nişanyan değil, Nişanyan üzerinden Agos'taki mevcut yönetimdi. Nedeni nasılsı haklısı haksızı bir tarafa kalsın çünkü bu postun esas konusu o 2007 yazında yaşanan Nişanyan tartışmaları değil.
Burdan yeniden bizim konuya bağlayalım hususu. Bilica olayında da hedefte spor ahlakı, Beşiktaşlılara karşı yapılan saygısızlık, Fener'in kutsal formasının kirlenmesi vs yoktu. Bunlar kullanılarak yıpratılmaya çalışılan bir kulüp ve onun şampiyonluk yolunda sorunsuz bir şekilde yolunda giden makinesinin sekteye uğratılma gayreti vardı.
Tabii birçok Fenerbahçeli de Bilica'nın derhal gönderilmesini istedi. Onların niyeti elbette tamamiyle halisaneydi. Hatta ben de maçı izlerken benzeri bir tepki verdim. Ama geçen hafta bu konuda suskun kalmayı tercih ettim, yukarda bahsettiğim nedenden ötürü.
Bilica olayında görünenin bu haftasonu oynanan karşılaşmalardan sonra da devam ettiğini görmekteyiz... Fenerbahçe'nin başarısı, sadece hakemlerin Aziz Yıldırım'ın etkisinde kaldığı iddiasıyla gölgelenmiyor . Örneğin Fenerbahçe bazı programlarda maalesef hala hakettiği değer verilmemekte. Ntvspor bana kalırsa bu tarz programların büyük bir çoğunluğuna ev sahipliği yapmakta. Örneğin dün Mehmet Demirkol- ya Spor Servisi ya da 90+ idi- bu bütçeli bir takımın böyle kötü olmasının hesabını Daum'a sormalıyız gibilerinden birşeyler söylemişti.
Hatırlarsanız senebaşında da bunlar oluyordu. Daum bir köylü kurnazıydı vizyonu dardı, burda şampiyon olup tonlarca parayı cebe indirecekti, Avrupa ile işi olmazdı filan... İşte başta bu Demirkol gibiler, Rijkaard'a tapınırken Daum'a bu lafları edip durdular.
Halbuki bugün gelinen noktada o Daum'un takımı bu sezon Avrupa'da en çok puan toplayan Türk takımı. Onun dışında şu anda ligin lideri ve yere ğöğe sığdırılamayan Rijkaard'ın takımına tam 6 puan fark atmış durumda. Türkiye Kupası'nda ise finalde.
Kimse Fenerbaçe'nin kusursuz futbol oynadığını, olağanüstü olduğunu iddia edemez. Ama aynı zamanda kim ki aynen bu Demirkol gibi Fenerbahçe'nin hali hazırda Türkiye Ligindede mücadele eden takımlar arasında en sistemli ve en iyi takım oyunu oynayan takımı olduğu gerçeğini inkar eder, işte o kişi kötü niyetlidir. Rijkaard'a hala toz kondurulmazken Daum'a bu bütçeli bir takıma böyle futbol oynattığı için hesap sorulmalıdır demek, ahlaksızlıktır... Bunu demeye hakkı olan evvela Daum'a ve Fenerbahçe'ye hakkını teslim eden ve Daum'a getirdiği eleştirilerin aynısı Rijkaard'a getirebilen adamdır...
Maçlardan sonra bazı Fenerbahçeli yazarlar (Gürcan Bilgiç vs.) takımın İstanbul BB maçından sonra sürekli Aziz Yıldırım tarafından yapıldığını iddia ediyor. Bu deli saçması cümle Spor Servisinden okunuyor ve ordaki iki adamdan hiçbirisi kalkıp da abicim Daum sene başindan beri böyle oynuyor zaten demiyor... Aykut'un bırakıp gitmesi için ellerinden geleni yaptılar... Edu, Semih, Kazım ve Önder olaylarından dolayı Aykut suçlandı ve 'Aykut Kocaman'ın olduğu yerde bunların olması çok üzücü' filan gibi sahte laflar ettiler. Kimse Arda ile Caner'in kapıştığında Rijkaard'ın olduğu yerde bunları olması üzücü demiyor. Kazım'ın disiplinsizliklerinin faturasını Kocaman'a çıkartmaya çalışan Demirkol, Jo'nun geceler boyu süren eğlence anlayışına karşı pek bir şefkatli...
Velhasıl;
Sene başından bu yana ısrarlayapmak istediğim, bu takım hak ettiği saygıyı içlerinde kendi taraftarları da olan bazı çevrelerden bir türlü göremediği gerçeğini işrate etmeye çalışmak, Hz. İbrahim için yakılmış dev ateşe kagasında su damlacığı taşıyan güvercin misali kendimce itiraz etmek ve bir kişi de olsa henüz böyle düşünmemiş olanların zihninde soru işareti yaratmak.