Samstag, 15. Mai 2010

Fenerbahçe ve Fenerbahçeli'nin hakkını diğerleri veriyor

Az evvel bloggerlarına laf ettik bu takımın taraftarlarından. Şimdi de medyadaki Fenerbahçeli olanlara öfkelenmek zamanı biraz....

İbrahim Seten, Ferudun Niğdelioğlu, Deniz Derinsu, Gürcan Bilgiç, Rıdvan Dilmen, Mehmet Demirkol filan falan... Bunların hepsi Fenerbahçeli olduğunu söylüyor. Rıdvan dışında hiçbirinden emin değilim. O bir tarafa. Aynı şekilde Rıdvan'ı Daum antipatisini görmezden gelirsek bu grubun dışına atabiliriz.

Diğerlerine gelirsek; sorarım siz bunlardan bir gün olsun bu takımla ilgili olumlu yazılar, övgüye değer hususlara dikkat çekmeler filan gördünüz mü? Şimdi hepsinin kahramını Bursaspor ve Ertuğrul Sağlam. Fenerbahçe, Aziz Yıldırım ve Daum ne zaman lanet bir şey varsa o zaman yazı konusu bunların. Yalanlandıkları vakit de, 'ee tabii yalanlayacaklar, yoksa başkan onların canını okur' diyerek oyuncuların ağızlarından yazdıkları her saçmalığa da bir şekilde kılıf bulabiliyorlar.

Ama bunların karşısında bazı yazarlardan Fenerbahçe ile ilgili güzel şeyler okuyabiliyoruz. Örneğin Ercan Güven'in bugünkü yazısı. Bu husus, aslında yeni değil. Ama birgün olsun bunlardan Ercan Güven'den çok önceleri haberdar olduğuna emin olduğum Fenerbahçe muhabirleri ve onların müdürleri bahsetme gereği görmediler; neden? Onların ilgi alanında daha çok takımdan ayrılan Edu gibi Carlos gibi adamların ağzından takımlarını ve başkanını kötüleyen tek taraftlı haberler yapmak var. Nasılsa bunları sorgusuz sualsiz kabul edecek ve lanet olsun bu yönetime diyecek yığınla Fenerbahçe taraftarı da var. Onlara göre zaten Fenerbaçe yönetimi her zaman haksız, takımda forma giyen oyuncular ise mutlaka haklı. Neye göre; belli değil. Ibrahim Kutluay da tarşılılmaz ve kusursuzdu takımdan ayrılırken ve onu gönderen Başkan aşağılık bir dikdatörün tekiydi, Edu'nun sakatlık nedeniyle gönderilmesinde de Edu tamamiyle mağdur olmuştu... Aurelio'da da, Semih'te de suçlu olan tek taraf vardı...

Neyse, Fenerbahçe'ya hakkını teslim eden bir isim daha vardı medyada. Benim Kaan Koç'a karşı davranışlarından dolayı hakkında çok ağır şeyler yazdığım Atilla Gökçe. Gökçe de bundan haftalar önce Türkiye'nin Euro 2016 adaylığı için gelen heyet için düzenlenen yat gezisine, davet edildikleri halde sudan sebepler bildirerek katılmayan Rijkaard, Şenol Güneş, Sağlam ve Denizli'ye karşı; verdiği sözü tutan ve daveti kabul edip orda az da olsa adaylık sürecine katkı sağlayan Daum'u övmüştü. Atilla Gökçe olmasaydı, biz Demirkol'dan, ahlak kumkuması Radikal yazarlarından, Gürcan Bilgiç'ten bunları öğrenemeyecektik...

Teşekkürler Atilla Gökçe, teşekkürler Ercan Güven... Güzel oyunun peşinde olmak, kuru boş Rijkaard hayranlığı ve Daum düşmanlığı ile olmuyor maalesef...

Mutlu sona az kaldı

Vay be sezondu.

Takım sezona başlarken beni çok fazla tatmin etmemişti hazırlık anlamında. Cristian ismini kabullenememiştim. Topuz'u bünye kabullenmekte güçlük çekiyordu. Bir önceki berbat sezonun en büyük sorumulularından olan kadro büyük ölçüde korunmuştu. Teknik adam olarak, Rijkaard gibi bizleri heycanlandıran bir isimden ziyade, Daum gibi ne olduğu ve ne yapabileceği belli olan bir isim idi hoca vs.

Buna mukabil lige çok iyi girmişlerdi. Lakın sonra acayip bir düşüş içerisine girdiler. O düşüş sürecinde pek çok Fenerbahçeli (ben de dahil) takımdan ümidini kesmişti. Zaten tecrübelerimiz bize bu takımın en ufak bir tökezlemede dahi toprlanabilmek bir yana daha büyük krizlere doğru yuvarlandığını hatırlatıyordu. Ama öyle olmadı ilginç bir şekilde. İstanbul BB maçından sonra gitti dediğimiz lig, şimdi avcumuzun içinde. O günden bu güne gol yemeyen, 9 galibiyet 1 beraberlik alan takımı kutlamaktan başka hiçbir şey kalmıyor geriye.

Yukarda 'ben de takımdan ümidini kesenlerdendim' dedim ama hiçbir vakit de bu takıma, yönetime, teknik ekibe haksızlık etmedim. Anlaşıldığı üzre burda lafım bir grup Fenerbahçeli taraftara, bloggere.

Örneğin takım devre arasında transfer yapmadığında buna karşı o zaman suskun kalıp işler daha sonra kötüye gittiğinde, 'devre arası transfer istemeyen başkan, sensin bunun sorumlusu' diye ünlemeye başlayanlar olmuştu. Şimdi aynı insanlar nedense hiç bu konuya değinmiyorlar. Suskunlar. Bu hususta. Hedeflerinde ve yazı konularında malzeme olarak Adnan Polat, Yıldırım Demirören ve Ankaragücü yetkilileri vs. var daha çok. Yarın şampiyonluğu kaçırsa bu takım, kalemlerini yine Aziz Yıldırım olmak üzere içeriye doğru kıracaklardır bunlar.

İşte böyle de bir ahlaksız ve omurgasız bir taraftar topluluğu var bu takımın. Ahlaksız cünkü, devre arası transfer kararı alıp almamak o günün şartlarında değerlendirilecek bir şeydir. Yani o karar alındığı anda bu iş eleştirilecekse eleştirilecek, değilse de savunulacaktır. O zaman suskun kalıp aradan geçen zaman içerisinde öngörüleyemecek 6 sakatlığın da etkisiyle takımın düşen performansından ötürü sonradan bu ara transferdeki pasifliği eleştirmektir işte ahlaksızlık. Ve yine ahlaksızlıktır işler kötü gittiğinde bunları yazarken düzeldiğinde hedef saptırmak. Çünkü bu insanlar o zaman Aziz Yıldırım ve ekibini diktatörlük gibi Hıncalesk ağızlarla dahi eleştirirken bugün Fenerbahçe'de skorların dışında o zamandan bu yana hiçbir değişiklik yapılmamıştır.

Neyse bu mevzuu çok uzar. Ne desek de boş, onlar işler kötüye gidince içeriyi, iyi gidince de dışarıyı eleştirmeye devam edeceklerdir.

Gelelim yarın ki maça. Bence sorun çıkmayacak ve Fenerbahçe sahadan galip ayrılarak o çok kişinin canını sıkacağı şampiyonluğa ulaşacaktır.

Donnerstag, 6. Mai 2010

Daum'un ve Aziz Yıldırım düşmanlarıa gün doğdu

Kaç gündür Fenerbahçe sorunsuz gidiyordu ya; kimbilir nasıl keyifler kaçmıştı. Bu halinde bile takım bir türlü övülemiyor, kendilerini 'saygın futbol yorumcusu' mertebesinde konumlandıranların programlarında Arda haberleri kadar yer bulamıyordu.

Rıdvan kazanılan maçlardan sonra bile elde edilen bu başarıdan Daum'u hiç hisse sahibi yapmaya kararlıydı. Demirkol'un zaten Aiziz Yıldırım ve Daum düşmanlığı malum... Kazanırken bunları yapan adamların kaybedilen bir maç sonrası neler yazabileceğini tahmin etmek çok zor olmasa gerek. İşte Demirkol'un bugünkü yazısı tam anlamıyla bunun bir kanıtı.

Arkadaşımızın keyiften dört köşe olduğu yazısında dışa vurduğu duygulardan çok net anlaşılıyor. O kadar gözü dönmüş ki, Deivid-Emre değişikliğini golden önce olmuş gibi yazmaktan çekinmiyor. Çünkü Daum'a saldırmak için elindeki tek işe yarar alet. Yazısının sonunu bitirişi ise tam manasıyla ibret verici:

'...teknik direktör farkı sıradan bir hocayla dünya üçüncüsü kadardı...'

Demirkol bunu hep yapıyor. İlk yarıdaki kaybedilen Beşiktaş maçından sonra da Daum'u Denizli karşısında böyle küçülttükçe küçültmüştü. Nedense ikinci yarıdaki maçtan sonra sonra aklına hiç öyle bir kıyas gelmemiş bunun yerine bu kötü oyunun hesabını bize kim verecek vs gibi sahtekarca laflar etmişti.

Daum geriye kalan haftalarda, bir Trabzonspor, bir Beşiktaş, iki Galatasaray maçı kazansın ama bir türlü akıllı olamasın; o maçların hepsi futbolsuz kötü maçlar olsunlar. Lakin Beşiktaş ve Trabzonspor'un Fenerbahçe karşısında kazandığı aynı kalitedeki karşılaşmalarda kazanan takımların teknik adamları ince zekalarından dolayı övülsünler, oyunun çirkinliği bahis konusu olmasın...

Biz yemiyoruz bunları ne zamandır Demirkol. Yedirdiğin Fenerbahçeli çoktur gerçi, sen onlarla şimdilik oyalan.

Mittwoch, 5. Mai 2010

Fenebahçe bir bir deviriyor engelleri

Bu Fenerbahçe çok olmaya başladı. Bu bütçeli bir takım nasıl bu kadar kötğ futbol oynayabilir dediler durdular. Halbuki Rijkaard üstadın takımı öyle miydi? Ona tahammül edilmeli o bizim futbolumuz için bir şanstı. Dos Santos'u başkası getirse itiraz edecektik ama bunu yapan Rijkaard ise bir bildiği var deyip beklenmeliydi ve destek çıkılmalıydı. Franco'yu ıslıklayan Galatasaray taraftarına kızarken Demirkol nedense takımı öndeyken Guiza'yı ıslıklayıp hüngür hüngür ağlatan Fenerbahçelile diyecek bir çift lafa sahip olmuyordu.

Haftasonu oynanan karşılaşmanın 39. dakikasındaki paslaşmayı izlediler mi acaba bu başta Demirkol olmak üzere güzel futbol ve Rıjkaard budalaları... Hala Fenerbahçe'nin çok kötü futbol oynadığını mı iddia edecekler? Daum'a sene başında bir ara laf ettiler hiçbirisi geçerli değil şu anda. Onlar da İstanbul BB maçından sonra biraz daha yakın şekilde takımıyla ilgilenen Aiziz Yıldırım'ı dillerine dolayıverdiler. Bkz. Mehmet Demirkol'un 04.03.2010 tarihli Milliyet Gazetesindeki yazısı. Beyfendi Aziz Yıldırım kongreyi kazandığında vaad ettiği üç yıl üstüste şampiyonluk ve futbol takımıyla daha yakından ilgilenme söylemlerinden ötürü yeniden kurumsallaşmaktan uzaklaşan tek adam zihniyetiyle takımını yöneten takımın her işine karışan diktatör olacaktı... Bu minvalde yazı yazmıştı Demirkol da ta o zamanlar. Sezon başladı. Ama o da ne; Aiziz Yıldırım takımdan iyice elini ayağını çekmekle kalmamış, hakem hatalarına karşı en sessiz kalan başkan olarak ve bu nedenden kendi taraftarlarınca başta yoğun şekilde eleştirilerken aynı zamanda yetinmeiş bir de Kocaman'ı göreve getirmişti.

O zaman ben zamanında böyel bir yazı yazdım ama Yıldırım görevde olduğu dönem içinde en geri planda kalan Başkan profili çizmekte şekilnde bir yazı yazmayı yazarlık namusunun gereği olarak görmemiş bu tür durumlarda her zaman yaptığını yaparak sessizliğe gömülmüştü. Ta ki, İstanbul BB maçından sonra biraz daha takıma yakınlaşıncaya ve kenetlemeyi takım içinde teşvik için bizzatihi yoğun çaba harcamaya başlayıncaya kadar. Aynen Yıldırım hakemler hakkında tek kelime laf etmemeye çalışırken bunu destekleyip tebrik etmek yerine susarken, en küçük bir itirazında 'görüyor musunuz biz demiştik' kalemlerini çalıştırdıkları gibi.

Şayet bugün kupayı kaldırırsak (ki sevgili okurlar müsterih olsunlar ben yeni bir kehanette bulunup kupayı kaldıracağımızı müjdeliyorum şimdiden) ve şampiyon da olursak bu emin olun 100. yıldaki şampiyonluktan dahi daha değerli olacak. Çünkü o zaman camiası da bu kadar karşısında değildi kulübün ve yönetimin. En çok da kurulan sistemli yapının giderek sağlamlaşmasıyla seneye çok daha iyi olacağız. Yeterki çok değerli AYkut Kocaman bu ilkesel futbol severlerin gazına gelip gereksiz kaprislerininden biri yaparak bu düzeni bozma yöyünde adım atmasın sene sonunda.