Donnerstag, 7. Januar 2010

Pislik kaplamis ortaligi


Galatasaray basketbol takiminin sahtekarlik ve aptallik abidesi Cemal Nalga olayindan sonra küme düsürülmemesi bir kepazelikti. Bundan daha büyük rezalet olunamaz deniyordu ama olurmus, arkasi geldi. Artik göstermelik verilmis puan silme cezasi dahi yok.

Yani aleni sahtekarligin cezasi sadece sahtekarliga alet edilmis zavalli iki sporcunun hesabina yazildi. Ne kulüp, ne sube, ne de subeden sorumlu yönetici bu isten dolayi sorumlu su anda...

Levent Bicakci'nin kurban bayrami arifesinde yaptigi aciklamalarla zaten bu kararin gelecegi belliydi...


Kusmamak icin kendimi zor tutuyorum.

Not: Konustuklari zaman mangalda kül birakmayan ve biz herseyden önce oyununun güzelliginin pesindeyiz diyen ikiyüzlü ahlakci bloggerlar bakalim bu karar sonrasinda ne diyecekler...

Yahsi Bati


Yeni yila hizli girdim. Geri de kalan bir hafta icinde 3 film gördüm. Bir tanesi bir arkadasimin cocuklarina dogum günü hediyesi olsun diye kücücük kizlarla izledigim bir anismayon filmdi. O tabii yazi konusu olmayacak... Diger ikisi ise Fatih Akin'in son filmi Soul Kitchen ve Cem Yilmaz'in Yahsi Bati'si...

Yahsi Bati'dan bahsetmek isterim önce. Bir grup arkadasla aksam evde oturmaktansa, bilet fiyatlarinin uygun oldugu sali aksami sinemaya gidelim istedik. Yahsi Bati gelmisti sinemaya ve Almanya'nin ayazinda evde pineklemektense gidilip bir miktar gülüp cikilabilirdi salondan... Beklentiniz bu seviyede olunca filmden de memnun ayrilmamak mümkün degil. Nitekim Yahsi Bati, birazcik keyifleneyim ve birkac saatligine de olsa günlük sikintilarimdan uzaklasayim diyenler icin bence yeterli bir eglence kaynagi. Lakin sanatsal kaygilarla yaklasilir veyahut baska beklentiler icinde olursaniz, bu bahsettigim keyif kedere dönüsebilir. Cünkü filmin bir filmden ziyade uzun bir skecler toplami oldugu söylenebilir. Esprilerinin büyük bir cogunlugunun küfürden ibaret oldugu ve buna ancak ortaokul seviyesinde insanlar güler diyebilirsiniz. dramaturjik anlamda önemli olan, hikayede pesinden gidilen nesne (bu filmde elmas) bir süre sonra unutulabiliyor zira o sirada karakterlerin etrafinda dönüp dolasan komikler ve karakterlerin birbirlerine laf gecirmeleri önplana cikmakta. Asil amac kaybolup gitmekte. Bu da filmin bütünlügü ile ilgili de elestirilebilir olmasi demektir.

Ama bunlar dedigim gibi sanatsal gözle bakmak istediginizde zihinizi kurcalayacak olan eksiklikler... Esprilerde veya komikliklerde argoya siklikla basvuruldugu bir gercek olmakla beraber, Cumhuriyet resmi ideolojisinin bazi sacmaliklariyla ve Western filmlerinin alisageldik kliseleriyle (posta rabasi ve onun basilisi, kizildereliler, kasabasi ortasinda sürüklenen cali topagi, serif, arananlar, kelle avcilari vs.) inceden dalga gecmesi son derece güzel. Kökleri Orta Anadolu'ya (Kayseri?) dayanan kasaba serifi ise tek kelimeyle muhtesem. Yapilan is, verilen emek (film icin koskoca plato kurulmus) takdire deger...

Soul Kitchen'dan da sonra bahsedelim...

Ümit Özat


Caliskanligini ben de herkes gibi taktir ettim ama ne yalan söyleyeyim ondan hicbir zaman hoslanamamistim. Gecen günlerdeki röportajiyla aslinda tüm ciplakligiyla zihnimdeki süphelerin büsbütün dogru oldugunu kanitladi...

Futbolcuyken de böyleydi, cok konusur ve konusurken sacmalardi siklikla... Ama bu sefer sadece sacmalamakla kalmamis, ayip da etmis... Alex'e 2. sinif oyuncu demis. Onunla yetinmemis Daum'a da sallamis...

Ben lafi cok uzatmayacagim, kendisiyle ilgili en güzel yaziyi Chemedya'da Ahmet Ercanlar yazmis. Hala görmeyenler varsa, lütfen burdan okusunlar onu.