Montag, 28. Februar 2011

Aykut Kocaman üzerine (1)


"Aykut Kocaman üzerine (1)" seklinde bir baslik, hem parantez icerisinde ima ettigi gibi bir dizi yazinin pespese gelecegini, hem de Yildirim Türker gibi usta isi bir portre yazisi yazacagimi isaret eden bir tini iceriyor olabilir, farkindayim.

Gelgelelim, cok da iddiali bir yazi beklemiyor sizi geride, onu söyleyeyim. Bu yaziyi yazmak askerdeki günlerimden bu yana hep aklimdaydi, bugüne kismet oldu.

Aykut Kocaman benim "ask" düzeyinde sevdigim, formasini sirtimda tasimayi hayal ettigim, mahalle arasinda top oynarken kendi kendimi gaza getirmek icin top ayagima geldiginde onun adini yine kendi kendime spikerlik yaparak zikrettigim yani kendimle özdeslestirdigim tek isim. Onun hakkinda yazilan kitap ise futbol üzerine okudugum sadece 3 kitaptan bir tanesi. Bu derece deperli olan bir ismin benim icini teknik direktörlük serüveni de bir hayli önemliydi. Maalesef mi demeliyim bilmiyorum ama ben sinemaya biraz da yönetmen sanati gözüyle baktigimdan "yönetmen" filmi olmayan filmleri cok ciddiye almiyorum. Futbolu da aslinda, biraz ama, bu gözle takip ediyorum.

Sahadaki takimin bir teknik direktör takimi olmasi önemli oluyor benim icin o takima sempati duymam acisindan. Özellikle "entelektüel-sol" futbol severler gibi "Schalke'yi severim, cünkü Schalke Gelsenkirchen'in maden iscilerinin takimi" demem, Schalke'yi takip ederim, cünkü onun saha kenarindan Magath vardir. Rangnick varken de izler, severdim Schalke'yi. Ama baska bir gün örnegin Huub Stevens gelir oraya, o zaman izlemeyi birakirim örnegin ben Schalke'yi...

Yeniden Aykut Kocaman'a dönelim. Aykut Hoca'yi da Istanbulspor serüveninden bu yana yakindan takip ettim. Aykut Kocaman'in adamligini, efendiligini vs. bir kenara birakalim. Esasen bir insan da zaten olmasi gereken hasletler, hani olmazsa anormal olmasi beklenen durumlar nedense böyle cok atif yapilan meziyetlermis gibi gösteriliyor. Böyle olunca da bu insanin hic hata yapmayan, hic kirlenmeyen, hic kurusu olmayan bir insan gibi algilanmasina yol aciliyor. Ve yeri gelip her insan gibi böyle düzgün kisilikler de "kusur" islediklerinde cok tuhaf karsilaniyor. Bkz. Trabzonspor'un son üc penaltisi incelenmelidir demeci sonrasinda kopan yaygara...

O yüzden Aykut Hoca'nin karakteri onu bu derece sevmemde süphesiz en büyük rolu oynayan etkendir ama bu onu yazi konusu yapmami gerektirmez.

Aykut Kocaman teknik adam her daim ayriksi bir yerde durdu. Ne Malatyaspor'da, ne Konyaspor'da ne de Ankaraspor'da somut bir basariya imza atamadi. Sayet somut basari bir kupa ise. Fenerbahce'nin basina gectigi ilk dönemlerde onun basarisiz olmasi icin elinden geleni arkasina koymayanlar, örnegin Demirkol, "Aykut Kocaman'in bu takimlarinda hicbir basarisi yok" dedi. Galiba onun o takimlarla bir kupa kaldirmasini, ya da Sivasspor gibi sampiyonluga oynamasini filan bekliyordu.

Halbuki futbol sonucuna pek cok parametrenin icice gecerek etki ettigi kompleks bir oyun. Bülent Uygun'un Sivasspor ile yakaladigi havayi belki yine kendisi bir daha hicbir takimda yakalayamacak. Ya da tersinden Aykut Kocaman gibi Abdullah Avci da hicbir somut basariya sahip degil. Onun da mi basarisiz oldugunu iddia edecegiz o halde?

Bakmamiz gereken bu hocanin eline aldigi takimlara imzasini atip atamadigir. Belki kadrosundaki yetersizlik, belki oyuncularin kaliteli de olsa karakter olarak kendisine uymayislari, belki yönetimle olan iletisim bozuklugu, belki camianin yetersizligi sonuca gitmesinin önünde birer engel olarak karsimiza cikar ama bu durum yapilanlari görmezden gelmeye neden olmamalidir.

Aykut Hoca'nin calistirdigi bütün takimlar belli bir sistem dahilinde ve plan cercevesinde oynamaya gayret göstermislerdir. Topa sahip olmak, topu cevirmek ve pas yaparak rakip kaleye inmek önemli karakteristik özelliktir Aykut Hoca icin. Savunma cok önemlidir ve bütün takim toplu halde savunmaya katki yapmalidir. Cok sert takimlar, öncelikle rakibini bozmayi düsünen ekipler ona göre degildir. Ve Konyaspor'da da, Malatyaspor'da da, Ankaraspor'da da bu durum net bir sekilde gözlemlenebilmistir.

Mesela Malatyaspor'un oynadigi bir Galatasaray karsilasmasi var. Soncu beraberlikle bitmisti ama ben o dönem Galatasaray'i bu derece mahkum eden, bu derece ezerek oynayan bir adanolu takimi hatirlamamaktaydim. Bu özelligi her maca yayamadilar, saniyorum camia icindeki bir takim catismalar ve oyuncu yetersizligi bunun temel nedenlerindendi ve hoca ayrilmak durumunda kaldi. Ya da Konyaspor'da iken Fenerbahce'nin meshur Anelka'nin faul yaparak attigi golle galip geldigi olay macta, Konyaspor Fenerbahce'ye adeta fark atacak bir oyun ortaya koymaktaydi ki o pozisyon bir anda altiüst etti herseyi... Anakaraspor'dayken de böyle belli cizgide, standartta cok macini izleyebildik. Herkes onun cok iyi kadrosu olan Ankaraspor'da is yapamadigini söyler halbuki onun cok iyi denilen oyunculari Ankaraspor dagildiktan sonra gittikleri takimda hic de önemli yerlerde olamamislardir. Mehmet Cakir Trabzonspor'da kadroya giremedi. Gerci su anda sakat ama olmasa durum degismezdi. Tita'dan bir Popov gibi, bir Cangele gibi bahsedebiliyor muyuz? Meye nerde? Ya da Kanote'den haberi olan var mi? Erhan Güven, Ömer Aysan, Ediz Bahtiyaroglu, Adem, Bilal... Su anda bu isimlerden önemli bir takimda önemli bir yer sahibi olan var mi? Bir tek Hürriyet Antep'in ortasahasinda kendisine yer bulabildi...

Yani demem o ki, anlatildigi kadar ciddiye alinacak bir kadrosu da yoktu/yokmus...

Böyle bir adamin sadece Fenerbahce degil, ülke futbolu acisindan da basariya ulasmasi cok önemli. O yüzden Fenerbahce'de sampiyonluga ulasmasini cok istemekteyim. Ondan bir Fatih Terim olmaz, olursa ancak efsane bir hoca olarak kendine has karakteriyle nevi sahsina münhasir bir "Aykut Hoca" dogar...

Ben bunun en basta cok mümkün olabilecegini düsünmemekteydim. Özellikle de Aykut Kocaman'in, egilmez bükülmez karakteri Fenerbahce'nin basinda cok sorun olur gibi bir fikrim vardi. O ise beni yaniltti. Saha disi etkenlerle de cok iyi basaedebilecegini kanitladi. Teknik acidan da Fenerbahce bence gecen seneki Daum döneminden daha cesitlemeli bir oyun oynuyor. Dia ve Niang gib iki ismi de takim kazandiran o.

Yani aslinda bu güzel insanin Fenerbahce'in basinda sampiyon olarak uzun süreli calismasini temenni etmemizin önünde hicbir engel yok. Umarim, ikinci yarinin baslamasiyla birlikte yaninda olan sansi sezon sonuna kadar onu terk etmez ve sadece Fenerbahce degil ülke de güzek bir futbol adami kazanmis olur.

Allah'in sopasi yok diye buna mi denir?


Trabzonspor-Kayserispor henüz baslamis. Ama o da ne? Kayserispor kalecisi Hamido, topu kaleden uzaklastirayim derken Trabzonsporlularin ayaklarina nisanliyor ve takiminin sonucu itibariyle geriye düsmesine neden olan bir harekette bulunuyor.

Su ise bakin ki, bu hareketin neredeyse birebir aynisini Volkan Babacan Fenerbahce karsilasmasinda yapmis; bircok insan bunun bir "kiyak" olduguna inanmisti, inanmakla kalmamis bunu imali laflarla disa vurmustu. Bunlardan birisi de Sadri Sener, Trabsonspor baskani idi.

Hakikaten bir ilahi adalet mekanizmasi varsa herhalde bu aksam yasadigimiz örnek, Sadri Sener'e Volkan'a yaptigi haksizliklardan dolayi verilecek en büyük cezaydi.

Umarim kendisi de bunu anlamis ve utanmistir yaptigindan, söylediginden.

Sonntag, 27. Februar 2011

Seriye devam: Fenerbahce-Kasimpasa: 2-0


Bugün gazetelere bakma firsatim olmadi. Eminim ki, özellikle köselerde bol bol Fenerbahce'nin 'tad vermedigi'nden, 'galibb geldi ama...'larindan, 'skor aldatmasin'larindan, 'kafalarda biraktigi soru isaretleri'nden, 'böyle giderse sampiyon olamazlar onu söyleyim"lerinden vs. bahsetmislerdir.

Oyun kötüydü evet. Hatalar coktu, amenna. Lakin unutulmamasi gereken bir nokta var; bu takim son 5 haftada, stres dozu üst düzeyde, zorluk derecesi had safhada önemli maclari basariyla geride birakti. O karsilasmalarin üzerine bir miktar gevsemek gerekiyordu, gevsenilmeliydi. Kasimpasaspor da bu ara gecis icin oldukca iyi bir rakipti. Iste dünkü karsilasmadaki "düsüs"ün, "konsantrasyon eksikligi" sebeplerini burda bulabiliriz.

Bu Fenerbahce'ye pahaliya patlayabilirdi, sükür ki olmadi. Ama aksi yönde bir oyunda da her zaman sonuc istenildigi gibi olmayabiliyor. Mesele burda takimin kaslarini birazcik gevsettigi bir karsilasmada da 3 puani cebine koyup koymadigidir; ve bu takim bunu basarmistir. Öyle tahmin ediyorum, ilerde yine "mana ve önemi" daha farkli olan karsilasmalarda (mesela Bursaspor karsisinda) son haftalardaki Fenerbahce'yi yeniden görebilecegiz.

Fakat bunun disinda genele isaret eden baska bazi endise verici hususlar da yok degil. Örnegin Niang veya Dia'nin oyunu rölantide götürmeye calistiklari görüldü, bu da yukarda anlatmaya calistigim gibi normaldi ama ayni zamanda bunun disinda bu oyuncularin cok farkli sorunlari da göze carpti. Daha önceki maclarda da farkedildigi gibi. Iki oyuncu da maalesef son toplari kullanmakta, topu uygun zamanda uygun noktaya cikartmakta fevkalade kötü idiler ve bu yukarda bhsetmye calisitigim "gevsemeyle" de ilintili degil. Tama temel bir sorun var. Özer'de de ayni sikinti yine mevcut. Bu durum öyle kolay kolay halledilebilir mi, cok emin degilim. Özer'den umidim yok. Niang da baska yönleriyle öyle etkileyici bir oyuncu ki, bu tarafini görmezden -takima zaman zaman cok zarar verse de- gelebiliyorum, ama Dia'dan hala ümitli olmaya calisacagim. O etkileyici hizi ancak toplari daha dogru kullanirsa manali olabilir cünkü ve henüz daha yasi cok genc. Bu kismi üzerinde calisilirsa olaganüstü bir oyuncuyu futbol piyasasina sunabiliriz. Aksi halde gecen hafta Besäktas karsilasmasinda kiyisindan döndügümüz, fark atacakken fark yemenin izdirabini cok aci yesilde ilerde tekrar tekrar yasayabiliriz.

Aykut Kocaman'in üzerinde ilerde daha detayli bir seyler yazacak olmakla birlikte Stoch'u kullanmaya calismamasi hakkinda bir iki laf etmeden de gecmeyelim; ve Özer'den de mi daha etkisiz kalirdi bu cocuk oyuna girse son iki karsilasmada diye soralim.

Samstag, 26. Februar 2011

Bu kuşak farklı bir kuşak

Futbolda yeni bir kuşak var teknik adamlar bazında. Bülent Uygun, Ertuğrul Sağlam, Tolunay Kafkas ve belki bunlardan biraz daha öncesine denk gelen ama büsbütün de ayrı düşünemeyeceğimiz Aykut Kocaman, efendim apayrı bir kategoride değerlendirilmesi gereken ama yaş ve duruş itibariyle bunların yanına monte edebileceğimiz Abdullah Avcı ve Ersun Yanal...

Bu kuşak kendilerinden önce gelen, çok çalışan ama çalışkanlıkları neticesinde yine de 'kazanan' bir profili ortaya koymayı başaramamış Ziya Doğan, Smaet Aybaba, Giray Bulak, Rıza Çalımbay gibilerinden farklılar... Her Anadolu takımında seyyar dolaşan, Sakıp Özberk, Hüseyin Kalpar, Yılmaz vural, Erdoğan Arıca vs. gibileriyle ise kıyaslanmaları asla mümkün değil.

Herşeyden önce belli ki Avrupa futbolunu takip ediyorlar. Sahip oldukları bir futbol felsefesi ve oyun planı var. Bunun neticesinde, aynen Aykut Kocaman'ın Sota için yaptığı harika tespitteki gibi; iyi organize olan, olanlı oynayan, bir düzen çerçesinde bir şeyler yapmaya çalışan birer antrenör takımı yaratıyorlar.

Bakın Tolunay Kafkas'ın Kayserispor ve Gaziantep'te yaptıklarına. Her iki takımda da teknik direktörün imzası net bir şekilde hissedilmekteydi. Her ne kadar Demirkol vs. gibiler Aykut Kocaman'ın Malatyaspor, Konyaspor ve Ankaraspor'da hiçbir başarısı yok dese de; biz onun bütün bu takımlarda emsallerinden farklı bir oyun oynadığını hatırlıyoruz. Sürekli pas yapan, pas yaparak kaleye inmeyi düşünen, rakibi oynatmamayı değil; kendisi oynayarak sonuca ve galibiyete gitmeye çalışan takımlar yaptı Aykut Kocaman. Erttuğrul Sağlam'dan bahsetmeye zaten gerek yok. Bülent Uygun da yine- insan olarak antipatik bir portre çizse de- Sivasspor'dan sonra Eskişehir'de ayrıksı bir performans sergiliyor.

Bu hocalardan biri veya birkaçı, Ertuğruk Sağlam'ı saymazsak, şampiyon hoca ünvanını pek yakında kazanacaktır. Ve böylece büyük bir gaz ve koca bir porsiyon şansla ülkenin futbol kültürüne egemen olan Terim ve Denizli ilüzyonundan kurtulmuş olacağız.

Freitag, 25. Februar 2011

Shameless


Yeni bir ülkeye yerleşmenin en güzel yanlarından bir tanesi... Henüz daha yeterli sayıda ve dozda edinilememiş arkadaşlıklar varken ve boş vakitlerin çoğu evde harcanırken yapılan en güzel şeylerden bir tanesi herhalde işe yarar tv kanalları ve programlar keşfetmek. İşe yarardan kastım, eğlenceli.
Almanya'dan döndükten sonra keşfettiğim bir kanal e2. Gecenin ilerleyen satlerinde alt yazılı yayınladıkları dizileri ilgimi çekiyor. Ama bir tanesine kadar rastladıkça izliyordum. Fakat daha yakın zamanda yayınlanmaya başlayan 'shameless' apayrı bir tad verdi bana. Mizah ve Zeki Demirkubuz filmlerinden tanıdık olduğum iç burkan hüzün güzel bir karışım içinde.
Bu kanalın zaten belli bir izleyici kitlesi vardır ve onlar çoktan farketmiştir diziyi. Ama ben yine de hatırlatmak veya tavsiye etmek istiyorum: Shameless, perşembe geceleri 23:00'de e2'de. Gecenin daha ilerleyen saatlerinde de tekrarı var.

Hayal kırıklığının adı: FB Ülker


Basketboldan teknik anlamda futbol kadar anlamam. Zaten farkındasınızdır, futbolda da genelde maçları teknik yönden irdelemekten uzak duruyorum. Çünkü aynı şeyleri bir klişe çerçevesinde tekrar edip durmak zorunda kalıyorsunuz bir süre sonra.
Efendim Alex geriye az geldi, filanca ileriye destek vermediği için takım hücumda çoğalamadı, bekler ortasahanın birer parçası olamadılar... Bunları ne okuduğum yazılarda duymak istiyorum artık ne de kendim birşeyler söyleceksem sohbetimin içerisinde malzeme etmek... Hal böyleyken zaten teknik olarak hakkında fazla malumatım olmayan basketbol müsabakası üzerinde teknik analiz yönünden bu yazıda topa girmem sözkonusu olamaz...
Ben her zaman olduğu gibi duygularımdan bahsedeceğim. Kafamın anlamadığı, rasyonel bir temele oturtamadığım, anlamlandıramadığım soruları ortaya bırakıp çekileceğim geriye...
Fenerbahçe Ülker pekçok taraftar topluluğunun da nefret objesi olan baş belası Tanjevic'inden kurtulup yine o taraftar topluluğunun büyük aşkı Aydın Örs ve basketboldan anladığını iddia edenlerin övgüyle bahsettikleri bir koçla başladı sezona...
Diyorum ya ben meseleye uzağım; o yüzden eli kalem tutan ve bu konuda yazı yazan herkesin söylediklerini kayıtsız şartsız kabul ettim. Buna göre Spaja müthiş hocaydı, Ukiç inanılmaz bir transferdi, Lavrinoviç şöyleydi, beriki böyleydi... Fakat dünkü maçtan sonra şunu düşündüm: Anlaşılan benim basketbolda referans kabul ettiğim Fenerbahçeli basketbol severler, PcLion Fc adlı blogtaki arkadaş gibi. Onun Galatasaray'ın her gerçekleştirdiği transfer sonrası büyük bir heycanla ve pozitif düşüncelerle bezediği yorumlarının nerdeyse hemen hepsinin bir süre sonra birer boşluğa düşmesi gibi...

Ukiç... Dün kötü günündeydi de böyle oldu.. kabul etmiyorum. Daha evvel de çok önemli maçlarda benzeri 'saçmalıklarına şahit oldum.

Takım... Rakibi ne istiyorsa ona izin verdi. Belki zaten çok olası değil ama, rakibine kendilerinin onlara attığı farktan daha az bir sayıyla yenilmeye dahi gayret göstermediler. Demek ki takım olamamın tek sorumlusu 'manyak' Tanjeviç değil...

Koç... Takım helva gibi dağılırken hiçbir şey yapmadan izlemek ne anlama gelmektedir?
Elbette FB ülker'in bu sezon gösterdikleri takdire şayan. Ama herhalde öncekilere yapılan haksızlıkları da es geçmemek lazım. Başarıya ulaşılan yola kolay girilmiyor. O takımı yaratmak da kolay olmuyor.

Donnerstag, 24. Februar 2011

Yeniden!


Ne zamandı şu bolga en son post girdiğim; hatırlamıyorum. Bir alttaki posta baksak buluruz tarihi, ama ne önemi var... Aylar olduğu hatta bir süre daha durmuş olsak yılı devirdiğimizi söyleyebiliriz...

Hayatla ilgili benim böyle bir devamlılık sorunum var. Özellikle de hiçbir sorumluluk duygusu hissetmediğim hallerde bir istikrar sorunu yaşamaktayım. Başladığım hiçbir işte de bu yüzden aynı tempoda devam edemem. Blog işi de öyle oldu biraz. Hala buraya girip çıkan veya bu yeni dönüşten sonra tekrar dönüp okumaya niyetli olanlar varsa şimdiden özür dilerim onlardan

En son Fenerbahçe'nin yeniden şampiyonluğa tutunuşu izlemiştik hepberaber. Sonrası yine hüsran oldu; ama o zaman ben çoktan ayrılmıştım burdan, birlikte değerlendiremedik. Bu arada bir askerlik hizmeti sıkıştırdım araya. Zaten biraz da onun stresiydi ta askere gitmeden aylar önce beni burdan kopartan.

Askerdeyken, döndüğümde çok şeyim olacak burayla ilgili yazacağım dedim kendime ama şu anki halime açıkcası bunda da pek gönüllü olmadığını söylemeliyim.

Biz ayrıyken başka bazı şeyler de oldu... Daum gitti. Ben istemiyordum. Kendisini sevmesem de. Fakat şimdi baktığımda iyi ki gitmiş diyorum. Aykut Kocaman geldi göreve. Bunu da istememiştim. Kendisini sevmediğimden değil ama. Bilakis çok severdim; tam da bu yüzden istemiyordum. Bu sevdiğim adamın en başta da Fenerbahçe taraftarlarınca haksızça ve ahlaksızca hırpalanmasından korkuyordum. Neticede korktuğum da oldu. Mesala Trajik adlı blogta açın bakın kendisiyle ilgili neler yazılmış sezon başında. Ya da Lambuja adlı yerde. Buralar Fenerbahçeli olduğu bilinen bloglar. Çok okunanlardan. O yazılan yazıların altındaki taraftar yorumlarına da bakın bir de...

Şu anda işler iyi gidiyor; sükunet hakim. Çok geçmez yarın birgün sonuçlar kötüye gitse işin rengi de değişir elbette.

Neyse... Kocaman oldukça zor olduğunu tahmin ettiğim Fenerbahçe camiasını idare etme işini bence hiç fena yönetmedi şimdiye kadar... Umarım şampiyonluğa ulaşır ve Ayku8t Kocaman gelecek yıl daha rahat çalışmak için kendisine bir alan açar.