Donnerstag, 25. Februar 2010
"Oyunun güzelligine inanan iyi futbol dilencisiyim" yalani
Memlekette bir de böyle futbolsever kitle var... Yaslari 20'lerden baslayip 40'a dogru uzanan; egitimli; futbolu cok az oynamis, ama cok seyretmis; sehirli; mutlaka yabanci dil bilen bir topluluktan bahsediyorum...
Bunlar blog sahibi; üniversite ögrencisi; NTVSpor, Kanal 24, Haberturk, SKY Türk vs. gibi kanallarda program yapan, yöneticilik, editörlük yapan insanlar...
Bu insanlari ortak noktada bulusturan bir baska özellikleri ise, mütemadiyen futbol denen oyunun güzelliklerine inandiklarini söylemeleri; 'gerektigi zaman' kendi takimlarindan kendilerini soyutlayarak, neredeyse bütün takimlara ayni mesafede duruyoruz numarasi cekerek her bir takim ve durum hakkinda ahkam kesmeye kalkmalari... Onlar icin önemli olanin forma renginin degil evvala sahada oynanan oyun oldugu yalanina inanmamizi beklemeleri...
Bu grubun olaylari okurken ki tavirlarinda bariz bir kibiri görmek de kacilnilmaz. Mesela bunlar yurtdisini da takip edebildikleri icin futbolu, bu oyunu yorumlamaya calisan emekli futbolcu yorumculardan daha iyi anladiklarini, daha iyi bildiklerini küstah bir kibir ve onlari asagilayarak belli ederler...
Bundesliga hakkinda malumat sahibi olmak, Hoeness'i tanimak, Magath takimi kosar abi demek, Mourinho söyle kirik adam saptamasini özel oldugunu sandigi bir anektodla desteklemeye calismak, Ingiltere'yi yakindan takkip etmek vs. vs. vs. bu insanlara diyelim bir Selcuk Yula'yi, bir Cüneyt Tanman'i, bir Sanli Sarialioglu'nu, Ridvan Dilmen'i filan müstehzi ifadelerle asagila hakki verir... Onlarla ilgili konusurken, bunlar sadece topa vurmayi bilen, kücük beyinli, kültürsüz, yurtdisindan haberi olmayan cahil insanlar altmetni net bir sekilde okunur...
Bu grupla ilgili cok önemli bir karakteristiki özellik de, yabanci hocalara karsi ciddi manada bir hayranlik duymaktir... Burda tipik bir kendi toplumuyla iliski kuramadikca icinde bulundugu cemaatin cöplügünde debelenmekte olan ücüncü dünya ülkesi aydin kompleksini görmek mümkündür...
Örnegin bu ülkeden bir sekilde gönderilmis hocalarla ilgili, "yav bu hocada isini yapamamisti, basarili olamadi, kulüp yolunu ayirdi" veya "aslinda iyi hocaydi ama kulüp onu gönderdi, bence taktiksel ve yönetimsel anlamda yanlisti bu hamle" seklinde analize dayali okumalar yapmak yerine, iceriye dönük " ya biz Eric Gerets'i de kovmadik mi, simdi Alman Milli Takimi'nin basindaki adami kovalamaktan beter etmedik mi, filancagi Yeniköy kasabi ilan etmedik mi" seklinde ironik ve güya özelestiri iceren cümlelerle aslinda basbaya kendisini disinda tuttugu is bilmez, futbol bilmez, cahil Türk spor camiasini asagilarlar...
Mesela 2008 Avrupa Sampiyonasi sirasinda bu bahsettigim sporsever cemaatinin en belirgin üyelerinden bir tanesi Hirvat Milli Takimi'nin hocasini Bilic'i korkunc bir hayranlikla övmekle mesgulken Fatih Terim'i sadece asagiliyordu... Fatih Terim'i savundugum sanilmasin, hic sevmem; ama onun karsisinda konumlandirilan Bilic en az onun kadar uzak durulasi ve elestirilesi birisidir... Halbuki bizim bu ücüncü dünya ülkesi aydini kompleksi tasiyan futbolsever cemaatimiz, sirf yabanci oldugu icin onun cok makbul oldugu bir insan oldugu kanaatini tasir.
Örnegin, Thomas Doll gibi vasat bir hocayi koyduklari yeri görüyoruz... Verdigi performans ile o cikartildigi yer ve gösterilen asiri tolerans esit oranda midir sizce; yoksa onun yabanci bir hoca olmasi midir?
Bu durumun cok daha bariz bir sekilde billurlastigi daha iyi bir isim var elimizde; Rijkaard... Neredeyse bir tanri yerine konulan ve yaptigi her seyde keramet aranirken, hicbir sekilde elestirilemeyen Rijkaard'in ismi üzerinde ama onun giyabinda tam manasiyla bir ikiyüzlülük ve ahlaksizlik durusu sergilenmektedir...
Oyunun güzelligine inanlar icin Daum'un oynattigi futbol kazanmamali derken, Rijkaard gibi "total futbol"un temsilcisi, sadece oyunun güzelligi ile ilgilenen birisinin desteklendigi aciktir... Iste ahlaksizlik burda baslar cünkü iki hocayi da izleyen tarafsiz bir göz son haftlardaki maclardan sonra, Daum'u sadece göze hos gelen futbol oynatmak isteyen bir meczup olarak düsünürken, Rijkaard'i tam manasiyla sonuc odakli is yapan bir pragmatist sanir... Ama dedigim gibi bu grubun derdi, hakikatler degil, zihinlerinde yarattiklari ilüzyon ve kendi cöplüklerinde yasadiklari gerceklerdir...
Pekii neden Daum da yabanci oldugu halde bu insanlar tarafindan itibar görmez; cünkü Daum bu ülkeye geldikce buranin insanina yaklasmis, kendisini buraya uydurmakta sikinti yasamamis, bundan gocunmamis ve bunu kompleks yapmamis; yani olumlu ya da olumsuz burali gibi olmaya baslamis bir isim... Bu ülkenin geri kalmis futbolunu gelistirmek icin disardan gelmis uhrevi bir varlik (Rijkaard) gibi degil, o futbol vasatinin icindeki herhangi bir yerli hoca gibi durmaktadir... Ama bunun yaninda ve daha da önemlisi yasadigi kokain skandaliyla kendi kendisini bitirmesidir... Emin olun ayni Daum, o kokain skandaliyla karsi karsiya kalmasa cok büyük olasiklikla Alman Milli Takimi'nin hocasi olmus olacakti ve o zaman ona bakislar simdikinden cok daha farkli olurdu... IlkBesiktas döneminde durum bundan cok da farkli degildi zaten. Dahi Daum yakistirmalari, simdi yaptigi herseye kibirle bakilan bu adama durduk yere yapilmamisti...
Uzun bir ic dökme oldu, farkindayim... Ama ne zamandir beni rahatsiz eder bu durum... Cünkü bu tutarsizlik, bu ahlaksizlik cekilir gibi degil... Bir taraftan biz oyunun güzelligine inaniyoruz, önemli olan öncelikle futbol, oyunu cirkinlestiren rakibini oynatmayan bu ligin anadolu takimlarindan igreniyorum, sahada sadece futbol oynatmak isteyen Rijkaard'i o yüzden bu kadar seviyorum laflarinin arkasindan Mourinho'ya duyulan hayranlik beni kusturma noktasina getirdi...
Ziya Dogan futbol katili, Mourinho bir sihirbaz ve karizma...
Abonnieren
Kommentare zum Post (Atom)
1 Kommentar:
ağzınıza sağlık, bu çok doğru noktalara parmak basan bir yorum olmuş.. kaç zamandır ben de rahatsızdım bu sözde güzel oyun fetişistlerinden..
Kommentar veröffentlichen