Mittwoch, 27. Januar 2010

Fenerbahce'nin Vizyonsuzlugu!

Bloglar arasinda dolasirken dikkatimi ceken bir husus var. Fenerbahceli taraftarlar Galatasaray'in yaptigi transfer hamlelerinden dolayi ciddi manada kiskanclik ve huzursuzluk icindeler. Panige kapilmislar ve henüz transfer yapmadigi icin yönetimi, beceriksizlikle, is bilmezlikle ve vizyonsuzlukla sucluyorlar...

Transfer ne icin ve nasil yapilir? Bir noktada ihtiyaciniz vardir ve siz belli bir plan dogrultusunda uzun zamandir zaten izlemekte oldugunuz oyunculari o ihtiyaciniz oldugu noktaya monte etmek icin girisimlerde bulunursunuz... Ezeli rakibiniz havali transfer yapiyor diye, siz de yapmaya kalkarsaniz bunun adi vizyonlu olmak vs. degil, aptalliktir...

Kewell, Baros, Neill, Jo, Dos Santos, Keita, Rijkaard, Nesskens. Galatasaray'in son iki sezonda yaptigi "flash" transferler... Bu listeyi gören rakip takim taraftarlarinin öncelikle de zaten hicbir zaman hicbir seyi begenmeyen Fenerbahceli taraftarlarinin canini sikacagi asikar... Lakin önemli olan bir husus var: bu ikisi iki farkli takim. Tasidiklari dinamikler de o yüzden ayni degil. Ihtiyaclari ve eksikleri farkli. Fenerbahce'nin trasnfer politikasi ve vizyonsuzlugu elestirilecekse, bu Galatasaray'in yaptigi hamlelerden soyutlanarak yapilmali, onun gölgesinde veya etkisinde kalarak degil...

O haliyle düsündügümüzde belirli bir takim eksikliklerin oldugu asikar. Örnegin Daum gönderildiginde veyahut gittiginde yerine gelen Zico'nun belirli bir plan dahilinde degil, mecburiyetten, zaman darligindan ve transfere cok gec kalinmasindan dolayi takima getirildigini hatirliyoruz... Onun eline verilen kadro olusturulurken de menejerler araciligiyla yine cok ciddi bir plan ve perspektif cercevesinde olmayan Deivid, Edu gibi isimlerin transfer edildigini biliyoruz. Aragones döneminde de Guiza transferi basarisiz görünse de hamle itibariyle olumlu karsilanirken, takimda cok önemli bir bosluk olusturan Aurelio'nun alternatifinin son dakikaya kadar belirlenmedigi Josico hamlesiyle net bir sekilde gözler önüne serilmisti.

Bu sezon basinda ise, takima kazandirilaran Cristian ve Santos gibi isimlerin bazi taraftarlarca cok begenilse de beni tatmin etmedigini söylemek isterim. Fenerbahce'nin bu isimleri uzun zamandir izleyerek ve arastirarak mi transfer ettigini yoksa yine menejerler ve tavsiyeler dogrultusunda pazardan alir gibi -daha evvel cokca yaptigi- mi transfer ettigini henüz tam olarak bilmiyoruz...

Fakat buna mukabil bütün bu kaotik ve olumsuz tabloya ragmen, ligte lider, her iki kupada da yoluna son derece basarili bir sekilde devam eden bir takim var ortada... Yabanci transferler hususunda tatmin edilicilikten uzak kalsa da, yerli isimlerde oldukca basarili bir cizgi tutturdugunu yine söylemeliyiz yönetimin...

Örnegin iki sezon evvel getirilen Emre dolayisiyla yönetime nefret kustugumu cok iyi hatirliyorum. Lakin su anki manzara beni ciddi manada yaniltti. Topuz hamlesini de cok sinir bozucu bulmustum ama henüz tam resim cikmasa da ortaya, zaman bu konuda da beni haksiz cikartacak gibi. Gökhan Ünal ile ilgili de ayni hataya düsecegim seklinde bir his var icimde.

Velhasil söylemek istedigim; bir olduyu ele alip incelerken bunu bir bütün olarak degerlendirmeli ve bu yapinin ortaya koyduklarini dikkatlice okumaliyiz...

Yabanci transferlerde ne derece tatmin edicilikten uzaksa da bu yönetim (ki bu hususta PVH, Alex, Lugano, Luciano, Appiah, Aurelio gibi taraftarlarin sevgilisi olan yabanci isimleri transfer edenlerin de ayni yönetim oldugunu unutmadan) yerli isimlerde cok iyi hamleler yaptigini ve bütün olarak son alti sezonda 3 lig sampiyonluga 2 defa lig ikinciligine ve bir defa SL ceyrek finaline ulastigini görüyoruz. Bu sezon da yine sampiyonlugun en büyük favorisi ve demin de dedigim gibi her iki kupada da cok iyi gitmekte. Yani vizyonu, olaganüstü transfer hamleleri ve neredeyse tanri ilan edilecek olan teknik direktörüyle herkesin yere göge sigdiramadigi Galatasaray'in her anlamda önünde durmakta bu vizyonsuz ve becereksiz yönetimin takimi...

Kimsenin memnun kalmadigi, Kazim, Carlos ve Önder'in takimdan ayrilmasi nedense birden bire yine birer eksiklik ve zayiflama olarak okundu. 'Önder gitti onu begenmiyorduk ama simdi onun yerine adam almalisin' diyenlerin ayni zamanda 'iyi de kimi?' sorusuna verilecek cevabi olmali bence. Cünkü yabanci ismin belli bir siniri var, yerli oyuncu olarak da alabileceginiz oyuncular ve potansiyelleri belli. 'Su Kazim'a verilen süre biraz da Özer'e ve Topuz'a verilse' diyenlerin simdi o gittikten sonra illaki de transfer diye diretmeleri yaman bir celiski degil midir ey talip?

Fenerbahce, Önder affini da icine alarak söylüyorum, kadro sikintisi yasamamaktadir. Takimdan ayrilan Kazim ve Carlos'un gidislerini ise Topuz, Özer ve Ugur gibi oyuncularin daha fazla süre almasina, Santos'un da esas mevkisinde oynamasina yol acacak kutlu hadiseler olarak okuma taraftariyim... Enseyi karartmayalim ve rakiplerin yaldizli transferlerinin isiltisinda sarhos olmayalim...

Dienstag, 26. Januar 2010

Beklendigi gibi


Ara ara blogta bu mevzuya deginiyorum. Galatasaray ile Fenerbahce arasindaki büyük mücadele üzerine konusurken, Galatasaray'in elinin her durumda güclü oldugunu ve bunun nedeninin de genel itibariyle, Fenerbahce camiasinda yönetime, baskana, teknik direktöre karsi ciddi manada bir güvensizlik ve sevgisizlik hakimken, Galatasaraylilar, Fenerbahce yönetimini veya baskanini mafyözlükle vs elestirirken kendi baskanlarina tanrilastirma sakinca görmüyorlar... Rijkaard'in sadece kendi taraftarlari arasinda degil, tüm spor medyasi tarafindan dahi dokunulmaz ilan edildigine sahit oluyoruz... Laf etmeye yeltenen Ridvan'a karsi yürütülen linc girisimlerini unutmadik... Buna mukabil Daum, sadece kendi taraftalarinca degil, "bagimsiz" spor medyasinca hicbir sekilde itibar görmemekte...

Benzeri bir durum taraflarin transfer politikasi üzerinde de görülmekte... Ara transfer döneminde Fenerbahce kardosuna Gökhan Ünal'i katarken, Galatasaray, Neill ve Jo trasnferleriyle yine trasnfer döneminin sampiyonu oldu.

Gökhan muhabbetle karsilanmadi camiasi tarafindan. Konu üzerinde fikir beyan edenlerin hepsi de bu transferin ne kadar gereksiz ve manasiz ve de sacma oldugunu söyledi durdu... Tabii lafi Aziz Yildirim'in kulübü bir diktatör gibi yönettigini yine diline dolayarak... Pekii sizce ayni sartlarda bu transferi Galatasaray yapsaydi camiasi nasil degerlendirirdi transferi... Emin olun söyle yazilar okurduk o Galatasarayli bloglarda: "Gökhan Ünal iki sezon öncesine kadar bu takimin almayi cok istedigi ama alamadigi oyuncu idi. Ligin gol krali, Topuz ile birlikte Kayseri'nin en önemli silahlariydilar... Trabzon'da yasadigi performans düsüsü onun bu degerini öldürmemeli... Sakatlik ve benzeri durumlarda yapilacak olan rotasyon uygulamasinda, zaten takima faydasi olmayan bir Burak ve artik iki sezon öncesinin fiyatiyla karsilastirildiginda komik olabilecek bir ücretle bu oyuncunun takima kazandirilmasi elbette önemli bir hamle."

Evet, evet, aynen benzeri laflari duyardik... Sorunlu oyuncu olduklari ve bellirli bir bölgeye biriktikleri durumlarindan hareketle Dos Santos ve Jo transferleri sayet Fenerbahce tarafindan yapilsaydi kesinlikle burun bükülecek isimlerdi. Ama transferi Galatasaray yapinca bu dönemde yapilacak nokta transferler oluyorlar.

Dienstag, 12. Januar 2010

Bu bir operasyon mu?


Edu'nun Mehmet Ciftci'ye verdigi röportaji ve basta yönetim olmak üzere Fenerbahce ile ilgili ne derece "felaket" seyler söyledigini herkes gördü saniyorum. Henüz görmemis olan varsa, suraya buyursun.

Bu röportajin yanina gecen hafta Carlos'un yine ayni sahisa verdigi röportaji ve arkasindan Ümit Özat'in konusmalarinin medyada büyük yer bulmasi konulsun... Ortaya cikan fotograf sizin icin ne ifade etmeye basliyor?

Acikcasi benim icin bir takim kuskulari üsüstürmeye yetiyor. Fenerbahce ile ilgili yaratilmaya calisan bu "felaket" atmosferi kurgulanmis ve planli bir projenin parcasi diye düsünmekteyim...

Bu proje, camia icerisindeki Aziz Yildirim muhaliflerini (Saran gibi), medya icerisindeki Aziz Yildirim düsmanlarini, genel anlamda Fenerbahce'nin zayiflamasini dileyenleri ve henüz herhangi bir kategoriye yerlestiremedigim Mehmet Demirkol gibilerini birarada birlestirmise benziyor...

Örnegin Saran'in Fenerbahce'de büyük bir sevgisizlik ortami bulundugunu ve bunun bas sorumlusunun Aziz Yildirim oldugunu söylemesi ile Demirkol'un Fenerbahce'nin sporcusuyla kurdugu iliskinin güven duygusuyla yanyana getirilememesinden bahsetmesi ve Fenerbahce'de oldukca bozuk bir atmosfer oldugunu ima etmeye calismasi arasinda ciddi bir benzerlik ve ortak payda var.

Bu söylediklerimle birlikte bir de Chemedya blogunda Ahmet Ercanlar'in, Fenerbahce neden mutsuz baslikli yazdigi iki yaziyi da okuyun.

Syölediklerimiz saniyorum biraz daha yerli yerine oturacak...

Sözgelimi, bu röoprtajlardan Fenerbahce'nin "ne kadar kötü yönetildigi ve takim icinde ne büyük bir haksizlik ve adaletsizligin" dolastigini anliyorsunuz... Sonra Demirkol gibi yazarlara bakip, ligte lider, Avrupa Ligi'nde basarili olmus, Kupa'da kayipsiz yoluna devam eden takimin bir türlü övülmedigine ve sürekli yerin dibine batirildigini görüyorsunuz... Örnegin Demirkol, Daum'un oyunun eskidigini ve bir ise yaramadigini söylemekte sürekli... Ve ayni Demirkol, Daum'un Avrupa ile isinin olmayacagini söylüyordu. Nedense kendisi su anda Fenerbahce'nin en azindan simdilik elde edilmis olan Avrupa Ligi basarisi karsisinda cok suskun... Lille'ye elenilmesi halinde kendisinin neler yazacagini ise cok iyi tahmin edebilmekteyim...

Ayni kisi Kazim'in "yalanciligi"ni dahi Fenerbahce'deki yönetim eksikligine bagliyor...

Iste bütün bunlar Fenerbahce'nin olumlu bir havaya girmesi ve taraftarlarinin takimlarina olan güvenlerini mümkün mertebe zedelemek adina yapilan bilincli haraketler gibi görünmekte...

Süphesiz bunun ise yaramadigi da söylenemez... Örnegin Fenerbahce taraftarlarina bakin, bu olaylar nedeniyle genelde yönetimi suclamaktalar... Her durumda son derece hakli oldugu Aurelio konusunda da, Semih konusunda da, Lugano konusunda da ve nihayet Edu konusunda oldugu gibi yönetim hedef tahtasina oturtulmustur Fenerbahcelilerce... Aziz Yildirim'in kulübü bir diktatör gibi yönettigi ve basin mensuplarinin sorularina dahi tahammül edemegi seklindeki Hincal Uluc jargonuyla konusan Fenerbahceli sayisi hic de az degil...

Samstag, 9. Januar 2010

Bagirsak Temizligi


Fenerbahce'de bir türlü sular durulmadi... Carlos'un gidisindan sonra yazmistim; 'galiba sezon icerisinde ortaya cikan, kazalar, gece eglenceleri, sex partileri söylentileri vs. karsisinda o dönemler sessiz kalan yönetim ve teknik heyet, hamleyi devre arasina saklamis' demistim.

Bu hamlenin ilk ayagi gidecegim diyen Carlos'a gitme kal dememekti... Arkasindan da Önder ve Kazim karsisindaki durusu yönetimin ortaya cikti. Su anda ne olacaklari belli degil ama ortada ciddi bir disiplin uygulamasi var, sahislar takimdan uzaklastirilmis ve kendilerine kulüp bulana kadar takimdan ayri calismalari saglaniyor...

Bütün bu gelismelerin üzerine Semih ile yasananlar da eklenince ortaya elbette bircok renktasimin canini sikan bir fotograf cikiyor... Suya sabuna dokunmadan gün geciren Spor Servisi'nin Nuray Mert kilikli Mehmet Demirkol'u ise, özellikle de Aykut Kocaman'in oldugu bir dönemde bunlarin ortaya cikmasi beni üzüyor diyor...

Benim bu olayi okumam cok daha farkli. Kulüp bence su anda bagirsaklarini temizliyor. Ve bu olaylarin bu sekilde ortaya cikmasi, böyle bir temizlige girismek, Aykut Kocaman'in bir hatasinin degil, kanimca isini yaptiginin kanitidir...

Yani lafin özü, takim bagirsaklarini temizliyor. Yakinda rahatlayacak...

Donnerstag, 7. Januar 2010

Pislik kaplamis ortaligi


Galatasaray basketbol takiminin sahtekarlik ve aptallik abidesi Cemal Nalga olayindan sonra küme düsürülmemesi bir kepazelikti. Bundan daha büyük rezalet olunamaz deniyordu ama olurmus, arkasi geldi. Artik göstermelik verilmis puan silme cezasi dahi yok.

Yani aleni sahtekarligin cezasi sadece sahtekarliga alet edilmis zavalli iki sporcunun hesabina yazildi. Ne kulüp, ne sube, ne de subeden sorumlu yönetici bu isten dolayi sorumlu su anda...

Levent Bicakci'nin kurban bayrami arifesinde yaptigi aciklamalarla zaten bu kararin gelecegi belliydi...


Kusmamak icin kendimi zor tutuyorum.

Not: Konustuklari zaman mangalda kül birakmayan ve biz herseyden önce oyununun güzelliginin pesindeyiz diyen ikiyüzlü ahlakci bloggerlar bakalim bu karar sonrasinda ne diyecekler...

Yahsi Bati


Yeni yila hizli girdim. Geri de kalan bir hafta icinde 3 film gördüm. Bir tanesi bir arkadasimin cocuklarina dogum günü hediyesi olsun diye kücücük kizlarla izledigim bir anismayon filmdi. O tabii yazi konusu olmayacak... Diger ikisi ise Fatih Akin'in son filmi Soul Kitchen ve Cem Yilmaz'in Yahsi Bati'si...

Yahsi Bati'dan bahsetmek isterim önce. Bir grup arkadasla aksam evde oturmaktansa, bilet fiyatlarinin uygun oldugu sali aksami sinemaya gidelim istedik. Yahsi Bati gelmisti sinemaya ve Almanya'nin ayazinda evde pineklemektense gidilip bir miktar gülüp cikilabilirdi salondan... Beklentiniz bu seviyede olunca filmden de memnun ayrilmamak mümkün degil. Nitekim Yahsi Bati, birazcik keyifleneyim ve birkac saatligine de olsa günlük sikintilarimdan uzaklasayim diyenler icin bence yeterli bir eglence kaynagi. Lakin sanatsal kaygilarla yaklasilir veyahut baska beklentiler icinde olursaniz, bu bahsettigim keyif kedere dönüsebilir. Cünkü filmin bir filmden ziyade uzun bir skecler toplami oldugu söylenebilir. Esprilerinin büyük bir cogunlugunun küfürden ibaret oldugu ve buna ancak ortaokul seviyesinde insanlar güler diyebilirsiniz. dramaturjik anlamda önemli olan, hikayede pesinden gidilen nesne (bu filmde elmas) bir süre sonra unutulabiliyor zira o sirada karakterlerin etrafinda dönüp dolasan komikler ve karakterlerin birbirlerine laf gecirmeleri önplana cikmakta. Asil amac kaybolup gitmekte. Bu da filmin bütünlügü ile ilgili de elestirilebilir olmasi demektir.

Ama bunlar dedigim gibi sanatsal gözle bakmak istediginizde zihinizi kurcalayacak olan eksiklikler... Esprilerde veya komikliklerde argoya siklikla basvuruldugu bir gercek olmakla beraber, Cumhuriyet resmi ideolojisinin bazi sacmaliklariyla ve Western filmlerinin alisageldik kliseleriyle (posta rabasi ve onun basilisi, kizildereliler, kasabasi ortasinda sürüklenen cali topagi, serif, arananlar, kelle avcilari vs.) inceden dalga gecmesi son derece güzel. Kökleri Orta Anadolu'ya (Kayseri?) dayanan kasaba serifi ise tek kelimeyle muhtesem. Yapilan is, verilen emek (film icin koskoca plato kurulmus) takdire deger...

Soul Kitchen'dan da sonra bahsedelim...

Ümit Özat


Caliskanligini ben de herkes gibi taktir ettim ama ne yalan söyleyeyim ondan hicbir zaman hoslanamamistim. Gecen günlerdeki röportajiyla aslinda tüm ciplakligiyla zihnimdeki süphelerin büsbütün dogru oldugunu kanitladi...

Futbolcuyken de böyleydi, cok konusur ve konusurken sacmalardi siklikla... Ama bu sefer sadece sacmalamakla kalmamis, ayip da etmis... Alex'e 2. sinif oyuncu demis. Onunla yetinmemis Daum'a da sallamis...

Ben lafi cok uzatmayacagim, kendisiyle ilgili en güzel yaziyi Chemedya'da Ahmet Ercanlar yazmis. Hala görmeyenler varsa, lütfen burdan okusunlar onu.

Mittwoch, 6. Januar 2010

Semih Sentürk meselesi


Semih Sentürk meselesiyle ilgili biraz gectiktim; farkindayim... Son günlerde konulara hep gecikmeli daliyorum zaten. Biraz bayatlamis oluyor haliye, kusura bakmasin okurlar... Bayat da olsa arsivde bu konuyla ilgili yazim mutlaka bulunmali diye düsündügümden konuyu büsbütün esgecmek istemedim.

Semih'in hikâyesi malum. Yönetim sözlesmesindeki obsiyonu kullanip Semih'in mukavelesini uzatiyor. Semih ise bu durumdan haberi olmadigi icin kiyameti kopartiyor ve takimini Federasyona sikâyet ediyor... Bunun üzerine ipler kopuyor ve taraftarlar arasinda da siddetli yarilmalar olusuyor...

Konuyla ilgili biraz bilgi edinmeye calistim. Ve ortaya söyle bir resim cikti: Fenerbahce yönetiminin hukiki olarak böyle bir hakki var. Semih, bu obsiyonlu sözlesmeye iki sezon evvel imza atarken, ayni zamanda yönetime bu hakki tanimis. Burda akillara su soru geliyor hemen. Yönetimin böyle bir hakki olmasina ragmen, Semih ile oturup bunu yeniden konusmasi ve onun fikirlerini sormasi gerekmez miydi?

Bu konuda Aziz Yildirim'a kulübü ciftligi gibi yönettigi icin elestiriler var. Halbuki yönetim, kendisine tebligat ulastirildigini ve bunu inkar etmeye devam ederse yaptirim uygulamak zorunda kalacaklarini söylüyor. Yani Semih 'benim haberim olmadan uzatildi' demekte ne kadar halki; belli degil. Öbür taraftan Semih'in 'biz sözlesmeyi uzatiyoruz, ama sen ne diyorsun, istiyor musun burda kalmayi' gibilerinden bir soruyla veya ilgiyle muhatab olmadigi anlasiliyor. Profesyonel olarak bakildiginda böyle bir seyin gereksiz oldugu düsünülebilir, hukiki olarak da zaten bir mecburiyeti yok. Ama isin bu iki olgu disinda bir de "his" boyutu var. Semih Fenerbahce'nin altyapisindan yetismis, simdiye kadar hep yedek kalmasina ve performansi kendisinden daha düsük oyunculara dahi tercih edilememesine razi gelmis bir isim. Bir sembol olabilir. Bu baglamda haliyle, Lugano'ya veya Aurelio'ya yapilan muamelenin ona yapilmamasi gerektigi iddia edilebilir. Ben de bu görüse yakinim. Lakin burda sunun da altini cizmekte fayda var: Henüz bilmiyoruz yönetimin böyle bir iletisim kanali arayip aramadigini, belki de aradi ama Semih'ten cevap gelmedi. Onlar da tek tarafli olarak sözlesmeyi uzatti ve bunu tebligatla bildirdi. Belki de hikaye böyle gelisti. Ben durumun böyle olmadigi varsayimindan hareketle yönetimi elestiriyorum...

Pekii Semih burda ne derece hakli veya hatali biraz da ona bakalim isterseniz! Ben Semih'in ta Zico döneminde, Kezman'in arkasinda kaldigi anlardan itibaren gitmesini istemisimdir... Su anda da farkli bir sey düsünmüyorum yani. Bunu yaparken Semih, böyle bir yol mu izlemeliydi; "birlik ve beraberlige özellikle ihtiyacimiz oldugu su günlerde" tarzi Fenerbahce'nin TFF ile bunca tartismasinin oldugu su dönemde Fenerbahce'yi sikayet etmek yakismadi elestirileri var malum. Dogrusunu isterseniz ben öyle düsünmüyorum. Her olay birbirinden bagimsiz elealinmali ve Semih'in su durumda veya baska durumda takimini TFF'ye sikayet etmesinin cok farkli olmayacagina inaniyorum. Üstelik sikayet etmesini temel anlamda hicbir sekilde sorunlu bulmuyorum; esas soru bu sikayetinde ne derece hakli, o!

Eldeki veriler hakli olmadigi söylüyor, yukarda da belirtigim gibi. Pekii o bunun farkinda degil mi; bence pek ala farkinda. Yapmak istedigi de burda netlik kazaniyor zaten. Semih'in takim icindeki performansini, yani bu sezonkini, hepimiz biliyoruz. Sahada yürüyecek ne hali var ne de niyeti. Bu da onun aslinda gitmeyi kafaya koydugunu göstermekte. O yüzden de büyük olasilikla 2 sezon önceki o obsiyona imza atmis olmasindan dolayi muhtemelen pisman. Lakin hakuki olarak da yapabilecegi pek birsey yok görünüste. O da stratejik bir yol izliyoruz ve takimiyla savasa girip, kopusunu hizlandirmaya calisiyor. Zira hukiki anlamda haklar Fenerbahce'den yana da olsa, Aurelio olayi gösterdi ki, bu obsiyon isinde ciddi manada bosluklar var. Fenerbahce bu obsiyona yurtdisinda islerlik kazandiramadigi gibi, yurticinden de yine Aurelio olayinda görüldügü üzre oyuncuya verilen ceza bozdurulabilmekte. Aurelio meselesinin emsal teskil ettigi bir durumda Semih'in de tek cikar yolunun, bu oldugu acik. O da bunu kullanma gayreti icinde.

Tam da bu noktada son bölüm icin düsündügüm, bu olayla ilgili Fenerbahceli taraftlar arasinda süregiden polemiklere yaziyi baglayabilirim saniyorum. Pekcok konuda oldugu gibi bu konuda da Fenerbahce taraftarlari büyük bir yarilma icerisine girdi. Semih'e lanet kusanlar ile Semih'in Fenerbahcelilige laf söyletmen, esas suclu beceriksiz yönetimdir diyenler seklinde iki ana hat olustu diyebiliriz...

Ben tarafimi hemen söyleyeyim, Semih'e lanet okumamakla ve bir profesyonel olarak onun gitmeye hakki olduguna inanmakla birlikte takindigi tavrin genel itibariyle yanlis oldugu kanaatindeyim. Ama ona lanet okuyanlara, Fenerbahce'ye bunu yapmamaliydi diyenlere de cok fazla sözüm yok. Ben olaya böyle bakmiyorum ama cok iyi biliyoruz ki futbol dünyasinda ayaginda giyecek ayakkabisi olmadigi halde kendisine ayakkabi almaktansa maca bilet almayi tercih edenler var. Takimi yenilince sinir krizine gecenler. Sampiyonluk kaybedilince evden disari cikmayanlar, günlerce... Dünyaya küsenler vs. Bu tip taraftarlarin, Semih'e karsi kizginlik duymasi ve onu sucmalasi cok normal...

Öbür taraftan 'Semih'in Fenerbahcelilige laf söyletmen, esas onu simdi kitlelerin önüne atan ve yönetim becerisi göstermekten aciz baskan ve ekibi suclanmalidir' diyenleri ise hicbir sekilde anlamamaktayim...

Cünkü gördügüm kadariyla bu insanlar söyle bakiyor olaya. Semih'i simdi elestirenler ve onun Fenerbahceliligini sorgulayanlar, daha düne kadar Fener'e küfrederken, simdi Fenerbahce formasini giyen Emre, Topuz ve gecmiste bu formayi giymis Tümer'e sahip cikiyorlardi diyorlar... Bu cok büyük bir genelleme ve bence temelsiz bir homojenlestirme. Benim izlenim Fenerbahce'de büyük bir kitlenin bu isimleri kabullenmekte hala sikinti cektigi ve cok sevmedigi yönünde. Benimseyenler ve coktan sevmeye baslayanlar var midir; mutlaka vardir. Pekii bunlar ayni zamanda simdi Semih'i sucluyorlar midir; bilmiyoruz, öyle olan da vardir, ama Semih'i hakli bulanlar da vardir mutlaka. Neticede bununla ilgili bir kaniya varabilmek icin istatistiki bir arastirma yapmak lazim.

Örnegin beni ele alalim. Yukardaki isimleri alirken Fenerbahce cok huzursuzluk duydum. Özellikle de Tümer ve Emre'yi... Ama su anda Semih'i de haksiz bulmaktayim... E demek ki, simdi Semih'in Fenerbahceliligini sorgulayanlar (ben onun Fenerbahceliligini sorgulamiyorum gerci ama pozisyon olara berikilerden daha yakinim oraya) Emre ve Topuz'u da kolayca kabullenebiliyorlar elestirisi cok yerinde degil...

Bir de tabii söylemeden gecmemek lazim: bu gruptaki taraftlar anladigim kadariyla yönetimin kendisiyle ters düsen oyuncuyu bilinci olarak taraftar gözünde kötü gösterme gayreti güttügünü düsünüyorlar. Bu konuda bilirlerini organize ediyor ve bu oyunculari kötülemek icin manipülasyon yapiyorlar seklinde iddiada bulunuyorlar... Dogru mu bunlar, bilmiyorum, cok vahim bir durum oldugu acik.

Ben kesin bilgim olmadigi durumlarda mesafeli ve süpheli olma taraftariyim ama, birileri bunu cok ciddi bir sekilde iddia ediyor ve gecmiste de yapmadiklari sey degil diyerek kesin konusuyorsa, bir duralim derim.

Ölye oldugunu kabul ettigim andan itibaren de sorun hallolmuyor ama yine de benim zihnimde, cünkü ben taraftarin taraftarligina ve yüregine güvenirim. Bugün birileri Semih'e nefret kusuyorsa bu onlarin taraftarlik aldigi öyle oldugu icindir derim ve temelinde yatan dinamikleri de yukarda yazmaya calistigim gibi anlamaya calisirim, bu kitlelerin yönetimin manipülasyonuna ugramis kisiler olarak görmek ise hic itibar edecegim bir durum degildir.

Dienstag, 5. Januar 2010

Zenci Olmak


Bu hikâyeyi Yildirim Türker'in kaleminden okumustum, yillar evvel. New York'ta iyi bir sirkette, cok iyi bir isi olan, mutlu, mesut bir zenci calismaktadir... Beyaz bir hanimi, mutlu bir yuvasi vardir... Bir gün bu kisinin annesi cikagelir... Bu onun icin yikim olur. Annesiyle karsilasan esine, dostune, yakinina, kendisinin zenci de olsa nasil da gelistigini, degistigini ve onlardan birisini oldugunu anlatir. Büyük bir üzüntüyle... Yakalanmis, kistirilmis olmanin verdigi bir hüzünle...

Esi o sirada cevap verir kendisini annesinden dolayi kahreden kocasina: "üzülme canim, senin zenci oldugun zaten biliniyordu"

Türker, bu hikayeyi escinsellere bagliyor ve onlarin bulunduklari toplum icinde kabul görebilmek icin ne tür tavir aldiklarini ve esasinda ne yapmalari gerektigini anlatmaya calisiyordu...

Radikal'de yillar evvel tanidigim ve cok begendigim Mehmet Demirkol'un son yillardaki performansini, özellikle tvlerdeki performansini hüzünle izlemekteyim... Kendisi onun Fenerbahceli oldugunu bilenler tarafindan oldukca sindirilmis olacak ki, tarafsiz oldugunu göstermek ve ispatlamak icin nerdeyse Fenerbahce ile ilgili her olayi bir Fenerbahce düsmani gibi okuma derdine düsmüs durumda... Spor Servisi'nde bazen Fuat Akdag frenlemek ve akli selim düsünmek konusunda uyurmak durumunda kalabiliyor onu...

"Fenerbahce degil de Besiktas olsaydi su anda 3-0 yenilmis olan yikiliyor olurdu su anda ortalik. Besiktas ile ilgili kötü haberlerle..." Ercan Saatci sonrasi Hürriyet'i elestirmeye calisir ve Ercan Saatci'ye taraftarligi üzerinden vurmaya calisirken.

Allah'tan Fuat Akdag devreye girdi de, "belki de yazilacak konu yoktu Fenerbahce ilgili" diyerek saglikli düsünmenin nasil olabilecegini gösterdi...

Bu gayretilye belki zamaninda kendisine sinsi Mehmet Demirkol diyenlerin, sevgili Mehmet Demirkol'u olmayi basardi. Ama cok umrunda olur mu bilmiyorum; kendisini evvelden cok sevenleri de kaybetmekte... Cevrede, esinin dostunun arasinda taraftar olmanin, tarafli olmanin kompleksini yasar, bunun sakil bir durum oldugu yanilgisi icerisine girersen, bu savrulus normaldir haliyle... Halbuki o Fenerbahceli kalarak da sevdirebilirdi kendisini... Radikal'de pek ala basarmisti bunu.

Samstag, 2. Januar 2010

Tystnaden-> The Silence -> Das Schweigen


Yeni yilla birlikte blogun icerdigi temalar ile ilgili biraz farkliliklara gitmeyi düsünüyorum. Bir futbol blogu olmasina ragmen burasi simdiye kadar, yan tarafta da görülecegi üzre esasinda benzeri bloglarda görebilecegimiz futbol resimlerinden ziyade bizde benim icin cok degerli olan iki yönetmenin fotograflari yer aldi...

Bu ayni zamanda sinemanin benim hayatimdaki yerini de ima etmekte. Bu giristen de anlasilildigi gibi artik sinema üzerine de birseyler bulunacaktir bu blogta. Tabii burda sunu söylemekte fayda var: Hicbir zaman cok genis bir spektrumu kusatabilen sinema bilgisine sahip olmadim. Izledigim ve daha cok egildigim filmler genel itibariyle tek bir eksende yogunlasmakta... Haliyle de burda, örneklerine baska baska bloglarda rastladigim falanca dönemin komedileri filanca dönemin thrillerlari vs. tarzinda bir yapi olusmayacak sinema üzerine... Bazen Haneke'den, bazen, Bergmann'dan, bazen Bresson'dan, bazen Zeki Demirkubuz'dan filan bahsederken; kimi zamanda auteur yönetmenlerden siyrilip büsbütün gise amacli yapilmasa da daha genis bir seyirci kitlesine hitab eden filmlere yönelecegiz... Hepsi bu kadar...

Icerikle alakali konustuktan sonra biraz da usülden bahsetmeliyiz saniyorum. Bir sinema elestirmeni degilim. Bu konunun haddimi asacagini düsünürüm. O yüzden yazdigim yazilar daha cok "sözlüksel" formda yazilmis olacak. Ve beraberinde kendi öznel düsüncelerimi ekleyecegim.

#######

Bu giristen sonra bahsetmek istedigim ilk filme gecebiliriz artik...

Orjinal adi Tystnaden, nam-i diger The Silence... Isvecli ustanin 1963 yapimi filmi inanc üclemesinin de son halkasi... Bergman bu filmlerinde mütemadiyen Tanri ile ugrasir ve onun varligini sorgular durur...

Lakin, bu filmde diger ikisinde oldugu gibi ne uzun uzun diyaloglara yer verilmis, ne de tanri'dan bahsedilmistir. Filmin adi "sessizlik" anlamina gelir; bu diyalogsuzluk da Tanri'nin eksikligi de buna yorumlanmistir. Tanri'nin yoklugu bir nevi Tanri'nin sessizligdir. Film icinde Ester'in sürekli babasindan bahsetmesi, babasi övmesi; onun cok büyük ve iri bir adam olmasina ragmen sevimli oldugunu iddia etmesi; o öldükten sonra kendisinin de yasamak istemediginden bahsetmesi, buna mukabil Anna'nin babasini öfke ve nefret ile hatirlamasi, kendisini yaptigi hatalardan dolayi cezalandirip, kendisine kurallar koydugundan bahsetmesi Bergman'nin Tanri'yi bu sefer bu iki kiz kardesin babasi olarak önümüze koydugunu aciklamaktadir.

Psikalaniz acidan baktigimizda da Ester ile Anna'nin bu cekismesini, "it" ile "süperego" nun mücadelesi olarak okumak mümkün. Vücudunun arzularinin pesinden aymazca giden Anna "it"i sembolize ederken, ona sürekli akil veren ve onu yaptiklarindan dolayi elestiren Tanri'sina (babasina) asik Ester, süperegonun kendisidir... Galiba.

Bu iki kiz kardesin ve cocugun kaldigi otel esasinda fiktif bir yerde bulunmaktadir. Yani aslinda öyle bir yer yoktur ve orda konusulan dil de yine uydurmadir.

Film boyunca muazzam bir sessizlik ve Bergman'in cogu filminde rastlanan "sikinti" hakimdir.

Bergman her ne kadar "ben aslinda kücük bir film hayal etmistim" dese de dönemine göre büyük gise yapan bir film olmustur. Bunun sebebi, Isvec'te bu filmin icerisinde yer verdigi yaklasik 2 dklik sevisme sahnesi nedeniyle yarattigi sansasyondur. Sanatta sevismeye ne ölcüde yer verilmelidir tartismalari ilk defa o zaman bu kadar aciga cikmis ve filmin sansürlenip sansürlenmemesi gerektigi tartismalari filmin üzerini örtmüs.

Sonuc itibariyle benim izledigim en güzel Bergman filmlerinden bir tanesidir diyebilirim.

Bir Theo Weeks vardi; n'oldu ona?

Theo Weeks'ten, arsivleri kurcalasak, Aykut Kocaman yönetimindeki Ankaraspor'u yakindan takip etmeye calistigim dönemlerde övgüyle bahsettigim görülebilir...

Simdilerde cok uzaklastik kendisinden. Galiba Ankaragücü'ne gecis asamasinda uzun bir süre uzak kaldi formadan. Bir anda da giremedi forma... Olasidir. Dilerim cok sürmez bu ayrilik. Cok önemli bir oyuncu idi benim gözümde kendisi....

Freitag, 1. Januar 2010

2016 adayliginda listeye giremeyen sehir ve stadyumlar etrafinda


EURO 2016 adayligina basvuru icin belirlenen stadyum ve sehirlerin listesi aciklandi.
Aday sehirler su sekilde: Istanbul, Ankara, Bursa, Izmir, Antalya, Eskisehir, Kayseri ve Konya...

Listede ismi gecmeyen iki sehir icin haliyle firtinalar koptu; daha dogrusu kopmasi normaldi...

Trabzon ve Adana...

Adana'yi tartismanin simdilik disinda tutalim; Trabzon'un ise teknik nedenlerle liste disinda birakiliyor olmasi aciklanabilir ama futbol kültürü icinde kabul edilemez. Bu düzenlenmesi sözkonusu olan turnuva herhangi bir turnuva degil. Örnekleme yerinde olur saniyorum; siz kaysi festivali düzenlediginizde Malatya'yi, tekstil üzerine yapilmasi gereken bir fuar icin Denizli'yi veya Bursa'yi, disarda birakabilir misiniz? Trabzon'u da futbol etrafinda dolanan bir organzasyon, festival, turnuva; velhasil futbola dokunan her hususta birlikte anmak durmundasiniz...

Ulasim zor, konaklamada güclük yasanir vs. gibi teknik aciklamalar yapilabilir; ama dogrusu da bu ya, sen o sehrine ulasimi saglayamiyorsan ne isin var bu adaylikta?

Ukrayna ve Polonya'dan daha mi aciz bu ülke bu altyapi calismalarini günü gelene kadar yetistirmek icin..?

Anlasilan o ki, isin kolayina kacmisiz yine... Trabzon'a göre ulasimi daha kolay denilebilecek yerler... Biraz daha külfetin, maliyetin ve zahmetin altina girmeyi göze alamayip Trabzon'u atmislar listenin disinda...

E madem öyle, bütün maclari Ankara, Itanbul, Izmir ve Bursa eksenide oynasaydik. Zahmeti daha az olurdu...

Gelgelelim Saracoglu'nun liste disina birakilmasina. Hali hazirda ülkenin en iyi, en büyük ve modern stadyumu hangisi diye sorsalar verilecek olan cevap belli: Sükrü Saracoglu. O halde nasil böyle bir stadyumun liste disi birakilmasi absürd degil mi dediginizde karsiniza söyle bir cevapla cikiyorlar: Adaylik 2016 icin. Türkiye o vakte kadar yepyeni projelerle giriyor yarismaya ve o gerceklestirilecek olan stadyumlarin hepsi Saracoglu'ndan daha modern ve iyi olacaklar. En azindan yeni olacaklar...

Tartisma bu sekilde baslayip sonlansa sorun yok. Halbuki is bununla bitmiyor. Birincisi Fenerbahcelilerin itirazi turnuvanin düzenlenecegi ve halen proje asamasinda olan herhangi bir stadyumla degil... Aynen kendisi gibi su anda hizmette olan ve bu haliyle projeye adini yazdirabilmis Atatürk Olimpiyat Stadyumu'na...

Soru da cok basit; o var da biz niye yokuz? Burda da bu kararin özellikle sözcülügünü yapmaya gönüllü bir Galatasarayli bloggerin dillendirdigi gibi su argüman öne sürülmekte: Atatürk Olimpiyat final maci icin o listede... Final karsilasmasi icin ise 60+ bin kapasite sarti kosulmakta. O yüzden listede bu stadyum. Sehirden iki stadyum katilacagi icin de diger kontenjan daha yeni ve daha modern olacak olan TT Arena'ya verilmis durumda...

Fakat inceledigimizde yukardaki argümanin bir carpitmadan ibaret oldugu gercegiyle karsilasiyoruz. Var olan sart 50 bin kapasite oldugu yönünde. 60 bin olursa da iyi olur deniliyor. Bu durumda da karsiniza büyük bir tornistanla cikip, adamlar 60 bin olursa iyi olur dediklerine göre 60 bin kapasiteli bir stadyumla girmezsek bu bizim icin bir eksi puandir o yüzden varken tercih edilmesi gereken Atürtürk olmalidir dediler... Bu argüman da cöktü kaldi zira Euro 2000 ve Euro 2008'in final karsilasmalarinin yapildigi stadyumlar bu önerilen 60 bin kapasitesinin bir hayli altinda... Demek ki, hic de eksi puan ifade etmiyor bu durum...

Öbür taraftan sunu da söylemek mümkün; kapasite illaki sorun ise bu stadyumun kapasitesi artilamaz mi? Zaten yönetimin bu yönde bir projesi var. Bu durumda öne sürülen bir argüman daha var: Saracoglu'nun etrafi cok dar ve UEFA Finalinde dahi bu konuda sikisiklik yasanmisti...

O zaman da verilecek olan cevap su olur: Etrafi genisletmek mümkün. Stadyumun dört kenari var ve bunlardan iki tarafa dokunulamazken diger iki tarafta genisletme calismasi olasi... Ayrica Atatürk Olimpiyat Stadyumu'nun sorunlarinin üzerinden gelmek icin de cesitli calismalar yapmak zorunda degil misiniz? Rüzgar problemleri, tribünlerin üzerinin acikligi, oraya ulasim konusunda yasanacak olan sikintilar ve oranin cevre düzenlemesi...

Bütün bunlar hesaplandiginda Saracoglu icin harcanmasi gerekenlerin daha mi azi bir miktar cikmaktadir? Bilmiyorum, kimsenin bunu bildigini de sanmiyorum. Hatta sunu söylemek de mümkün: Final karsilasmasi icin alindiysa bu stadyum ve tek esprisi oysa, Ankara yapilmasi sözkonusu olan 70 bin kisilik stadyumda neden final oynanmasin? Istanbul'da olmali final diye bir sart mi var? Istanbul olsa güzel olurdu eyvallah da Ankara da bu ülkenin baskenti, o kadar kolay yabana atilacak bir yer degil. Ya da Izmir'deki stadyumun kapasitesini büyük yapin. Orda final oynansin? Neden olmasin? Ankara'da final olmaz orasi cok tasra derseniz, Izmir icin aynisini söylemezsiniz herhalde...

O halde de yapilacak olan cevre düzenlemesiyle Saracoglu ve TT Arena'da karsilasmalar yapilabilir final karsilasmalarindan bagimsiz olarak. Hem böylece Istanbul'un hem Avrupa hem de Anadolu yakasi kullanilmis olur...

Bütün bunlar yine mantikli gelmeyebilir ve denilebilir ki, final Istanbul'da olmali, Türkiye Istanbul demek... Final karsilasmasi icin de Saracoglu'nu almaktansa Atatürk'ü alman mantiklidir. O yüzden de bu tercih bu sekilde yapilmistir...

Olabilir neticede bir karar verilecektir o da bu sekilde olmustur. Ama unutmayi ki bir tarafta futbol denilince akla gelen ülkedi ilk sehir Trabzon diger tarafta daha gecen sezon UEFA finali oynanmis daha önceki basvurulan iki adaylikta listeye girmis bir stadyum var. Bu iki camianin da itirazi yukardaki bahsettiklerimle birlikte bir paket halinde elealindiginda hic havada kalmamaktadir... Bu iki camia mücadelesini verir, gerekirse itirazini dillendirir; olursa olur olmazsa olmaz, ama kimse onlara bu yüzden takim veya sehir milliyetciligi yapiyor diye sacma sapan elestirilerde bulunamaz...

FC Nürnberg'in transferleri


Bundesliga'dan düsme tehlikesiyle en yakin temas halindeki takimlardan bir tanesi Hertha ise digeri Nürnberg... Köln, Freiburg, Mainz, Franfkurt, Hannover, M'Gladbach da esasinda bu korkuyla sene sonuna kadar bas etmek zorunda kalacaklar ama yukarda bahsettigim ikili bunu en derinden yasayanlar...

Devre arasina genc hocalari Michael Oenning'i kovarak girmisti Nürnberg... Yerine getirilen isim ise ilginc ama Hannover'in ligin baslarinda kovdugu Dieter Hecking...

Yani bu tür isler bir tek bizim ligimizde olmuyor... Simdi de sirada oyuncu transferi var. Hoeness'in büyük yanlis transferlerinden bir tanesi olan 12 milyon euroluk Breno, Nürnberg'e kiralanmis durumda... Ottl konusunda da anlasilmak üzere oldugu hatta anlasildigi iddia ediliyor lakin kesinlesen bir durum degil daha...

Nürnberg'in pesinde oldugu bir diger oyuncu ise benim cok begendigim Makaay... Elbette eski Makaay degil, ama bu onun ustaligini degistirmez. Nürnberg'e de eski Makaay olsa gelmezdi zaten... Makaay'in kulübü Rotterdam ciddi manada mali kriz icerisinde ve Makaay'in en azindan alacaklarini ödemek zorunda kalmayacak olmalarindan dolayi Nürnberg'e kiralanabilecegi söylenmekte...