Mittwoch, 16. Dezember 2009

Kaan Koc'a karsi yürütülen linc...


Osmanli, ataerkil zihniyetin katmanlarina hakim oldugu bir toplum yapisini ihtiva ediyordu. Cemaatlerin devletle bakisinda da, cemaatler kendi iclerindeki iliskilerde de hiyararsik yapi her daim etkindi... Halkin devleti ve devlet büyükleri kutsamasi ve onu soyutlastirarak tanri mertebesine koymasi burdan mayanlanmaktadir...

Türkiye ise esasinda Osmanli'nin devami olmasindan mütevellit günümüze kadar bu ataerkil zihniyeti muhafaza eden bir toplum yapisiyla geldi... Devlet zihniyeti tarafindan sürekli kafasina vurulmus sunni-türk cemaatinin hala sözkonusu kürtler veya ermeniler oldugu zaman mesela, tarafindan sürekli dislandigi devlet zihniyetinin koruyucuguluna soyunmasi devlet denilen oldugunun soyutlanarak kutsanmasindan kaynaklanmakta...

Toplumu olusturan her bir bireyin de icine isleyen ve kaniksadigi bu zihniyet, her türlü iliski aginda, netzverkte kendisini ortaya koymakta...

Iste blog alemini elealamim... Basta Aceto hepsinin tanrisidir... Onun arkasindan yine cok popüler, tvlere cikan, Spor Servislerinden reklamlari yapilan, oldukca yogun okuyucu kitlesine sahip diger bloglar gelir.... Ve bir de onlarinda sadik okuyucusu konumdaki basit okurlar gelir... Bu bahsettigim okurlarin da bloglari vardir lakin, bahsettigim netzverkte yerleri alttadir... Konuyu esas orjininden saptirmamak adina bu hususu daha fazla desmeyecegim...

Kaan Koc üzerinde de böyle bir yapilanmanin linc girisiminin örneklerini gördük gectigimiz hafta icerisinde...

Önce olayi kisaca hatirlayalim isterseniz:

Öncelikle Milliyet yazari Atilla Gökce, Kaan Koc'un Fenerbahce'nin Kasimpasa macindan sonra yazdigi bir yaziyi kullarak genc yazari küstah bir dille elestirmeye kalkti. Elestirmesi degil derdim elestirirken kullandigi dil ve onun bunu "normal" olarak algilamasi ve bunun gerisinde yatan zihniyet.

Linkini verdigim yazida görülecegi üzere, basligi "vayyy Koc'um" olan yazinin dilinin ne kadar sakil ve düsük oldugunu söylemeye gerek yok. Küstahlikla nitelemem de bundan. Atilla Gökce yazinin ilerleyen bölümlerde de ayni üslubu devam ettiriyor.... Mesela, "yaptigi (yamadigi) analizlere bir sey demeyecegim..."

Bu tür durumlarda vasatin basvuracagi en basit taktiktir "yapamadigi analizler" ironisi... Ve burda da Atilla Gökce genc yazara karsi ne derece tepeden bakan bir bakis acisina sahip oldugunu acik bir sekilde gözler önüne seriyor... Bu berbat yazinin kapanisi ise icerigine cok uygun: "tamam mi Koc'um benim"...

Bu densiz yaziya karsi Kaan Koc oldukca sik bir cevap yaziyor kösesinde. Kücük Iskender'den alintiladigi misralar Atilla Gökce'ye verilecek en güzel cevabi iceriyordu:

“Yaşlı şairler unutmasın: Tabutlarını romatizma ağrıları çeken prostatlı kuşakdaşları değil, genç şairler taşıyacaklar. İki amaçla: Hem düşürmemeye özen göstereceklerdir, hem de bir an önce gömme telaşında olacaklardir"

Iste olaylar bütün bundan sonra tam da yukarda bahsettigim atarerkil zihniyete esir düsmüs toplum örnegini sergileyecek sekilde ceryan ediyor...

Atilla Gökce böyle bir kafada oldugu icin, yillardir bu camianin icerisinde ve meslekte olan "duayen" olarak tartisilmazligindan ve elestirilmezliginden son derece emin. Ayni sekilde bir genc yazara "Koc'um" diyebilecek kadar da nobran... Icerisine esir düstügü bu ataerkil zihniyet ona bu hakki veriyor cünkü...

Arkasindan da Kaan Koc'un verdigi cevaba tepkiler. Önce Gürcan Bilgic Atilla Abisini savundu. Ve aklini basini al yoksa tokadi yersin demeye getirdi. Iste bir baska ataerkil zihniyet. Bir büyük ve agabey olarak o da Atilla abisine saygida kusur etmiyor ve edenleri de bu sefer kendisi bir büyük ve agabey konumunda oldugu icin tokatlamaya hakki olduguna inaniyor...

Zaman'in Galatasaray amigosu Ahmet Cakir da tepki gösterenlerden. Kücük Iskender'e referans vermek yanlis anlamalara yol acabilir diyerek homofobinin doruklarinda gezen daha sakil bir yazi yazmisti o da... Atilla Gökce'nin dilindeki o nobran ve küstah üslub Cakir'da da mevcuttu... Tartisilmazliklarindan eminler ve kendi yazdiklari yazilarin esasinda cok daha büyük cirkinlikleri ima ettiginden bihaberler...

Ugur Meleke ögrendigime göre topa giren bir baska yazar, ama ben kendisini cok sikici buldugumdan su durumda dahi arastirmaya gerek görmüyorum yazisini... Bugün de Mehmet Demirkol deginmis hususa... Onun da hedefinde Kaan Koc var ve o da yerini Atilla Abisinin yaninda belirlemis... Kullanilan dil ve icerik acisindan en düzgünü ve en elealiniri Mehmet Demirkol'unki yine de... Lakin her seye ragmen "ustaya saygi" diye özetlenebilecek bu ataerkil zihniyet kalibi ve ezberinden o da kurtululamamisa benziyor...

Bugün gelinen nokta ise Atilla Gökce de, Kaan Koc da yeniden deginerek konuyu kapatmislar... Kaan Koc bahsetmeye calistigim linc girisimi özetlemis... Burdaki magduriyetinden bahsetmis. Ve yine ustaca bir atifta bulunarak konuyu kapatmis, bu sefer referans daha da büyük bir isim: Turgut Uyar.

"Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum, hiçbirinizle dövüşemem”

Kaan Koc'un Gürcan Bilgic ve Atilla Gökce'yi arayip konuyu aciklamaya calismasini yadirgadim. Ama bilmiyorum belki de onun yerinde olsam bütün bu tepkilerden sonra ben de bir miktar geri adim atmak durumda kalabilirdim. Lakin her seye ragmen bu tartismada cok büyük bir is yapti ve kendisi sarsilmaz sananlara cok güzel bir ders verdi; zihniyeti örümcek agiyla örülmüsleri ise bir güzel ifsa etti...

Atilla Gökce ise hala ugradigi sokun etkisinde. Kendisine simdiye kadar "öte git" diyen olmamis olacak ki, nasil bu veled bana bunlari der gibi hala. Sagdan soldan gördügü destedigin kendisini ne kadar mutlu ettigini söylüyor ve konuyu babacan bir tavirla ve affederek kapattigini söylererek esasinda bu tartisma sirasinda ugradigi sokun onun zihniyetinde en ufak bir sorguya yol acmadigini gösteriyor. O hala söyledigi laflarin normal olduguna inaniyor ve hala buna karsin "dünkü cocuk"un ona laf edemeyecegini düsünüyor... Bütün ataerkil zihniyet tasiyicilari gibi...

5 Kommentare:

Anonym hat gesagt…

kesinlikle katılıyorum yazdıklarınıza başından sonuna kadar.
bi de mehmet demirkolun söyledikleri neler ne demiş ben bilmiyorum

Bolat hat gesagt…

"...Aynı dileklerim senin için de geçerli Abi! Umarım bizim de prostatlı, kel ve fodul olacağımız günlerde de beraber seyahat edebiliriz.
Ve şunu da biliyorum ki, saygı sınırını zorlayan (benim de kendimi kaybedip yanlış yaptığım olmuştur) genç arkadaşımızla beraber oturup konuşacak, başı sıkıştığında onun hakkını koruyacak olan usta da sen olacaksın..."

Mehmet Demirkol, 15.12.09 Milliyet

cikkoleite hat gesagt…

Bolat biseyler yazmistim da bu konuya gelmedi sanirim.Biraz uzun yazmistim.
Ugur Meleke´nin bu konuya atifta bulndugu yaziyi mutlaka oku! Orda hem Atilla Abi ye hem genc arkadasa önemli bi mesaj vermis.Bu arkadas da bence o mesaji alip,yoluna devam etmeli!
http://www.sporyazarlari.com/FFutbol/fenerbahce/u-ur-meleke/13-12-2009/evlat/175295.aspx

cikkoleite hat gesagt…

Yağmurlu, kasvetli, gri bir pazartesi günüydü. Anadolu yakasındaki evimden Bağcılar’daki gazeteye iki saati aşan bir servis yolculuğuyla gelmiştim. Kahvaltı edememiştim, açlıktan olacak, hafif hafif de başım dönüyordu... Yerimden 5 dakika kalkıp aşağıda bir şeyler atıştıracak vakti de bulamamıştım; çünkü bir-iki stajyer arkadaşımla birlikte 24 sayfalık bir ilaveyi saat 6’ya yetiştirmemiz gerekiyordu her pazartesi... Üstelik o gün işlerimiz biraz aksak gitmişti, keyfim de yoktu o yüzden.
Kafamı bilgisayardan pek kaldıramadığım için yanımdan gelip geçenin kim olduğunu da fark edemiyordum. Onu da fark etmemiştim ki, aniden o tok sesiyle irkildim:
-Evlat!
(Onun için “evlat” sözcüğünün sıradan bir seslenme biçimi olmadığını yıllar sonra öğrendim tabii. Sevgisini göstermede de ustadır, sana evlat dediğinde kendini gerçek evlatları Kibele veya Ayla’ymış gibi hissedebilirsin bir an. Genel olarak sevdiği ama o an için kızdığı gençleri de, “Benim için hâlâ evlattır” diye tanımlar, bir hatası için evlatlıktan çıkarmaz)
* * *
Saatlerdir içine daldığım monitörü bırakıp aniden kafamı kaldırdım, koskoca adamın ağzı kulaklarındaydı, sanki bir dakika önce çok mutluluk verici bir haber almış gibi gülümseyerek devam etti:
-Seni gazetenin ilavesinden takip ediyorum, yazdıklarını çok beğeniyorum. Meraklı olduğunu bildiğim için yurtdışı seyahatimden sana bir kitap getirdim.
Artık benim de ağzım kulaklarımdaydı. Belki de daha yukarıda... Bilemiyorum. Yazılarını hayranlıkla okuduğum ve öykündüğüm o efsanenin yüzüne bakakaldım, kitabı da almayı unuttum zaten elinden. Masama bıraktı usulca, Gillette’in hazırladığı, 500 küsür sayfalık, halen kütüphanemin en değerli köşesinde duran o almanağı...
“Hadi ben seni fazla tutmayayım. Cem’e (Şengül) seni soruyorum, hep ne kadar yoğun çalıştığını söylüyor zaten. Arada telefon aç, muhabbet edelim” di sanırım son sözleri... Çok iyi hatırlayamıyorum, çünkü gerçekten çok şaşırmıştım, heyecanlanmıştım, duygulanmıştım.
* * *
Attila Gökçe’yi işte o gün tanıdım. Hâlâ her “evlat” diyişinde heyecanlanmam da belki o yüzdendir. Her Çarşamba, onun usta bir nakkaş edasıyla kaleme aldığı her yazısını okuduğumda da o heyecanı duyarım. Bu “nakkaş” benzetmesini öylesine yapmadım, çünkü gerçek nakkaşlar gerekirse yaptıkları resmin altına imza atmazlar, hatta resmi kimin yaptığının anlaşılmaması için belirgin bir üsluba bile sahip olmaktan kaçınırlar.
Belki o yüzden, Attila Ağbi’nin çok yakında, son 2-3 yıl içinde ürettiği birçok çağdaş eser gençlerin gözünden kaçmış olabilir... Türk sporseverler, Vera Caslavska’yı, Bob Beamon’ı 2007’de onun kaleminden tanımışlardır. Merve Terim’in babasına verdiği o muhteşem hediyeyi Attila Ağbi yazmasaydı, bugün hiçbirimiz 4 Eylül 2008 tarihli tek kopyalık La Gazzetta’dan haberdar olamayacaktık. Ve bu sezon, Bank Asya 1. Lig play-offlarının “mini lig usulü” oynanacak olmasını da yine Attila Ağbi’nin parlak zekâsına borçluyuz.
Siz onun adının Bahçelievler’de bir parka verilmesine bakmayın, belki bu jestten en az mutlu olanlardan biri odur. Çünkü onun bir park olma sevdası yoktur, hâlâ her sabah 8’de kalkıp işine heyecanla giden tecrübeli bir fidandır o.
Saat 10’da Öztürk Ağbi’yle birlikte yaptıkları o programdaki tek derdi de, genç fidanları sulamaktır. Çünkü bu meslekte onu tanıyan herkes bilir ki, o fidanlar boy attığında, onlardan daha fazla havaya sıçrayacak olan yine Attila Ağbi’dir.

Bolat hat gesagt…

Hocam maalesef gelmedi senin yazdigin yorum. Biliyorsun bende filitre yok, yazilan yorum da aninda burda görüntüye yansiyor...

Galiba teknik bir problem oldu...

Ugur Meleke'nin yazisini konuyla ilgili senin sayende okudum ilk... Ve acikcasi bahsedilen seyler esasinda anin fotografini cektigimde, Atilla Gökce'nin Kaan Koc'a karsi takindigi tavrin nobranligini ortadan kaldirmiyor...

Ugur Meleke'den ögrendigimiz onun ne kadar muhtesem ve genclerin gelismesine yardimci olan bir babacan oldugu... Lakin burdaki babacanlik dahi kendi icerisinde bir tehlike barindirmakta... Cünkü hiyarersik anlamda kendisini senin üzerine bu babacanligi ile koymakta zaten ve o noktadan itibaren seni onun tecrübesi karsisinda boynu kildan ince bir zavalli konumuna yerlestirmekte... Yani onun yüce merhametine kaliyorsun... Merhameti olanlar Atilla Gökce gibi seviliyorlar, olmayanlar ise Hincal gibi zalim olarak aniliyorlar; ama her durumda bir baba figürü olarak genclerin üzerinde konumlaniyor ve öyle degerlendiriliyorlar...

Ne niyetle olursa olsun. Atilla Gökce'ye kimse bir yazara "Koc'um" deme hakki vermez, vermemelidir... Ama Atilla Gökce kendisini bir baba olarak gördügü icin iyi niyetli olarak bu lafi söyleme hakki oldugundan emin... Halbuki karsisinda bir cocuk degil, kisiligi kemale ermis, bir ailesi belki bir sevgilisi veya esi ve/ veya cocuklari olan; onlar nazarinda belli bir agirligi ve itibari olan bir birey... Böyle bir insana kalkip bu derece ukalaca (babacan niyetlerle de olsa) elestiri yazilmamali bence...

Kaan Koc'un Atilla Gökce ile hic iliskisi olmayan bir yaziya Atilla Gökce'nin durduk yere saldirmasi ve bunu yaparken de kolejli cocuklar simarikliginda sen bilmezsin bunlari buralarda cok yenisin galiba tarzinda bir üslup ile yapmasi sözkonusu... Dedigim gibi kendisi bunu iyi niyetle yapmis olabilir; ama o niyetle de olsa bu üslubun karsisindakinin kisiligini yaralayacagini bilmesi lazim...

Kendimi bir gazetenin spor servisine yeni girmis bir caylak olarak hayal ediyorum... Böyle babancan bir Atilla Gökce imgesiyle karsilasmak en büyük endiselerimden olurdu eminim...

Ben Atilla Gökce'nin sefkatine veya lütuflarina gebe kalmak istemezdim cünkü ayni bakis, bir süre sonra ondan enseme tokat yemeye de razi gelmemi salik verirdi... Ben Atilla Gökce, Hincal'a, Deniz Gökce'ye nasil davraniyorsa bana da öyle davransin isterdim...