Samstag, 2. Januar 2010

Tystnaden-> The Silence -> Das Schweigen


Yeni yilla birlikte blogun icerdigi temalar ile ilgili biraz farkliliklara gitmeyi düsünüyorum. Bir futbol blogu olmasina ragmen burasi simdiye kadar, yan tarafta da görülecegi üzre esasinda benzeri bloglarda görebilecegimiz futbol resimlerinden ziyade bizde benim icin cok degerli olan iki yönetmenin fotograflari yer aldi...

Bu ayni zamanda sinemanin benim hayatimdaki yerini de ima etmekte. Bu giristen de anlasilildigi gibi artik sinema üzerine de birseyler bulunacaktir bu blogta. Tabii burda sunu söylemekte fayda var: Hicbir zaman cok genis bir spektrumu kusatabilen sinema bilgisine sahip olmadim. Izledigim ve daha cok egildigim filmler genel itibariyle tek bir eksende yogunlasmakta... Haliyle de burda, örneklerine baska baska bloglarda rastladigim falanca dönemin komedileri filanca dönemin thrillerlari vs. tarzinda bir yapi olusmayacak sinema üzerine... Bazen Haneke'den, bazen, Bergmann'dan, bazen Bresson'dan, bazen Zeki Demirkubuz'dan filan bahsederken; kimi zamanda auteur yönetmenlerden siyrilip büsbütün gise amacli yapilmasa da daha genis bir seyirci kitlesine hitab eden filmlere yönelecegiz... Hepsi bu kadar...

Icerikle alakali konustuktan sonra biraz da usülden bahsetmeliyiz saniyorum. Bir sinema elestirmeni degilim. Bu konunun haddimi asacagini düsünürüm. O yüzden yazdigim yazilar daha cok "sözlüksel" formda yazilmis olacak. Ve beraberinde kendi öznel düsüncelerimi ekleyecegim.

#######

Bu giristen sonra bahsetmek istedigim ilk filme gecebiliriz artik...

Orjinal adi Tystnaden, nam-i diger The Silence... Isvecli ustanin 1963 yapimi filmi inanc üclemesinin de son halkasi... Bergman bu filmlerinde mütemadiyen Tanri ile ugrasir ve onun varligini sorgular durur...

Lakin, bu filmde diger ikisinde oldugu gibi ne uzun uzun diyaloglara yer verilmis, ne de tanri'dan bahsedilmistir. Filmin adi "sessizlik" anlamina gelir; bu diyalogsuzluk da Tanri'nin eksikligi de buna yorumlanmistir. Tanri'nin yoklugu bir nevi Tanri'nin sessizligdir. Film icinde Ester'in sürekli babasindan bahsetmesi, babasi övmesi; onun cok büyük ve iri bir adam olmasina ragmen sevimli oldugunu iddia etmesi; o öldükten sonra kendisinin de yasamak istemediginden bahsetmesi, buna mukabil Anna'nin babasini öfke ve nefret ile hatirlamasi, kendisini yaptigi hatalardan dolayi cezalandirip, kendisine kurallar koydugundan bahsetmesi Bergman'nin Tanri'yi bu sefer bu iki kiz kardesin babasi olarak önümüze koydugunu aciklamaktadir.

Psikalaniz acidan baktigimizda da Ester ile Anna'nin bu cekismesini, "it" ile "süperego" nun mücadelesi olarak okumak mümkün. Vücudunun arzularinin pesinden aymazca giden Anna "it"i sembolize ederken, ona sürekli akil veren ve onu yaptiklarindan dolayi elestiren Tanri'sina (babasina) asik Ester, süperegonun kendisidir... Galiba.

Bu iki kiz kardesin ve cocugun kaldigi otel esasinda fiktif bir yerde bulunmaktadir. Yani aslinda öyle bir yer yoktur ve orda konusulan dil de yine uydurmadir.

Film boyunca muazzam bir sessizlik ve Bergman'in cogu filminde rastlanan "sikinti" hakimdir.

Bergman her ne kadar "ben aslinda kücük bir film hayal etmistim" dese de dönemine göre büyük gise yapan bir film olmustur. Bunun sebebi, Isvec'te bu filmin icerisinde yer verdigi yaklasik 2 dklik sevisme sahnesi nedeniyle yarattigi sansasyondur. Sanatta sevismeye ne ölcüde yer verilmelidir tartismalari ilk defa o zaman bu kadar aciga cikmis ve filmin sansürlenip sansürlenmemesi gerektigi tartismalari filmin üzerini örtmüs.

Sonuc itibariyle benim izledigim en güzel Bergman filmlerinden bir tanesidir diyebilirim.

Bir Theo Weeks vardi; n'oldu ona?

Theo Weeks'ten, arsivleri kurcalasak, Aykut Kocaman yönetimindeki Ankaraspor'u yakindan takip etmeye calistigim dönemlerde övgüyle bahsettigim görülebilir...

Simdilerde cok uzaklastik kendisinden. Galiba Ankaragücü'ne gecis asamasinda uzun bir süre uzak kaldi formadan. Bir anda da giremedi forma... Olasidir. Dilerim cok sürmez bu ayrilik. Cok önemli bir oyuncu idi benim gözümde kendisi....