Mittwoch, 8. Juli 2009
Daum reloaded
Ikinci Daum dönemi baslamadan evvel konuyla ilgili birseyler söylemek elbette sart... Ama ayni yazinin icine, Daum ülkeye ayak basar basmaz, önce Ugur Meleke, arkasindan da Demirkol'un piyasaya sürmeye ve insanlara ezberletmeye calistigi malum "Daum uluslararasi basari pesinde kosmaz" iddiasinin da üzerinde durmak elzem...
Öncelik, elbette ikinci Daum döneminin neler ifade ettigindedir...
Hic uzatmadan söyleyecegim: Daum'un gelisi beni hic mi hic heycanlandirmadi, mutlu etmedi... Ona, yani teknik adamligina güvenmedigimden degil... Aksine fevkalade iyi bir teknik adam oldugundan, garanti bir basari demek oldugundan hic süphe duymuyorum... O halde nedir bu heycansizligin, mutsuzlugun temeli? Üc eksende ele almak lazim bunun cevabini.
1. Daum, yeni hicbir sey vaad etmiyor... Yani Daum'la birlikte bizi nelerin bekledigini, takimin nasil dizilecegini, ne tarz bir futbol oynacagini; kisacasi futbol anlaminda bize neler sunacagini cok iyi biliyoruz, en azindan tahmin edebiliyoruz... Heycan ise, bilinmeyen denizlerin sularinda daha kolay örgütlenen bir duygudur... Daum kalibresinde ama daha evvel herhangi bir sekilde yakindan tanisma sansina erisemedigimiz bir hoca olsaydi su anda Fenerbahce'nin basinda, yaratacagi heycan da ona paralel olarak daha büyük olurdu...
2. Yukardaki paragrafta özetlediklerimden bagimsiz bambaska bir düzlemde Daum'un gelisinin bende olusturdugu bir kayitsizlik duygusundan bahsedebiliriz yine... Bunun nedeni de Daum'un sahsiyetinde sakli. Her ne kadar teknik adamligi icin olumsuz seyler söylemesem de, ayni seyi kendisinin karakteri icin söyleyemem. Her seyden evvel, korkunc derecede egosu siskin, son derece gecimsiz ve huysuz, pragmatizmden ilkelere asla yer birakmayan; velhasil nerdeyse her bir karakteristiki özelligi ile benden fersah fersah uzak olmasini temenni edebilecegim bir figür karsimda; nasil bundan heycan duyabilirim ki...
"Huzur bulmak icin Sultan Ahmet'e giderim, burda kendimi cok iyi hissediyorum" gibi sözleri, bilmedigi halde Istiklal Marsi'ni söylüyormus gibi dudaklarini kipirdatmasi, imza töreninde Türkce "Aziz Yildirim büyük baskan" komiklikleri ile sig bir popülizme tenezzül edebilen bir karakteri var onun...
3. Son olarak da Daum'un her ne kadar isini iyi yapan bir teknik adam olsa da, tam manasiyla teknik adamlik dilinden hoslandigimi söyleyemem...
Mesela kadroyu ne kadar genis tutarsak tutalim, Daum, belirli bir takim rotasyonlarla kadronun genisliginden faydanlanacak birisi degildir... Cünkü o, Türkiye'de sampiyon olmazsa ipinin cekilecegini cok iyi bilir... Kadroda rostayona giderek kaybedecek puana tahammülü olmaz... Mecbur kalmadikca, birkac hafta pespese puan kayiplari yasamadigi müddetce sonuca gittigi onbiri hicbir zaman bozmaz...
Ayni sekilde Daum, sahada sonuca gitmesine yardimci oldugu müddetce bazi oyuncularinin disiplinsizliklerine göz yumacaktir, kimi bazilarini-özel olanlarini, Alex gibi- digerlerinden ayri yere koyacak ve burda yarattigi adaletsizlik duygusu onu hic ilgilendirmeyecektir... Nitekim, Alex efendi keyfi öyle istedi diye kampa diger arkadaslarindan bilmem kac gün gec katilir, sevgili Aykut Kocaman, "söyleyecek bir sey yok, takimin kaptaninin su anda burda olmasi gerekirdi diye düsünüyorum" der, buna karsin Daum, beyefendiyi hemen takimla calistirmaya baslatip bir de üstüne, "Alex, kendi basina calismalar yaptigi icin su anda takimla birlikte calismasinda sakinca yok" gibilerinden cocuklarin bile gülecegi bir aciklama yapar... Normal zamanlarda bile calismayan Alex, tatilde calisacak, öyle mi?
Fenerbahce'ye geldiginden bu yana faydasi kadar zarari da dokunan Alex, yeniden takimin vazgecilmezi olacaktir maalesef...
Bütün bu sebepleri topladigimizda ise maalesef yekun olarak karsimiza, en azindan benim icin, sevinilecek pek birsey cikmiyor.
Abonnieren
Kommentare zum Post (Atom)
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen